27 Ekim 2009 Salı

Golden Foot 2009 - II

Golden Foot 

Looking For Eric

İzlemek için doğru an'ı bekliyordum. Bazen yaparım bunu, hele öncesindeki olumlu yorumların yanında film, benim için  Guy Ritchie, Shane Meadows'la birlikte mahşerin 3 britanyalısından Ken Loach ait olunca bu doğru anı bekleme saplantısı tavan yaptı.

Hatta itiraf edeyim, güya Fenerbahçe'yi Kadıköy'de morartıktan sonra yorumları, televizyonu, her şeyi ertesi güne bırakıp Looking For Eric'i izleyecektim o keyifle. Olmadı tabii.. Hesapta her şey 4/4'lük olunca izleyeceğim bir keyif filmi olacaktı.. Uzatmayayım, maçın skıntısından içim içimi yerken bir an film de, ken loach da, cantona da gözümde anlamını yitirdi ve şöyle bi bakayım dedim en son. Ve bittikten sonra anladım ki; izlemek için bundan daha doğru bir an istesem de seçemezmişim.  

Spoiler vermeden film anlatma işini de hiç beceremiyorum. Bu yüzden filmin yerine, Eric Cantona'nın neden bir ilham kaynağı olduğundan bahsetmek istiyorum. Eminim tekmeyi bilmyen yoktur ama sonrasındaki basın toplantısını bilmeyenler vardır.

Tarih 26 haziran 1995, United deplasmanda Crystal Palace ile oynuyor ve Cantona, defans oyuncusu Richard Shaw'u formasından çekip, hafifte bir tekme savurup oyundan atılır. Sonrasında da tribunlerden kendine küfür eden Palace taraftarı Matthew Simmons'a o ünlü Kung Fu tekmesini savurur.

Ve ardından basın toplantısı.. Eric The King, hadisenin iç yüzünü, neden bu kadar sinirlendiğini ve bunun gibi detayları öğrenme umuduyla gelen onlarca martının karşısına geçer,  " Martıların balıkçı gemilerini takip etmesinin nedeni, sardalyelerin denize atılacağını düşünmeleridir.. Çok teşekkürler"  der ve kendisiyle aynı masada oturan 5 adamı "napıyo lan bu " bakışları arasında orada bırakır ve kahkahalar eşliğinde salonu terk eder.

Fenerbahce: 3 - Galatasaray: 1




Bloğun Fenerbahçelilerinden biri olarak bir çoğunuz bugün burda benden çoşkulu bir galibiyet yazısı beklerdiniz doğal olarak. Halbuki ben, sahada takımımızın ve tribunde taraftarımızın göstermediği fairplay örneğini göstererek yazı işini yenilen tarafın yazarı olan Hayhay’a bırakmıştım. Bunun altında yatan sebep ise benim yazacağım şeyler gün içinde okuduğunuz birçok yazıyla parallellik taşıması ihtimaliydi. Hayhay’sa bir özeleştiri yapabilir diye düşünmüştüm ama heyhat, anladığım kadarıyla damarlarındaki sarı kırmızıya söz geçirememiş. Koca mağlubiyeti Aziz Yıldırım'ın sezon öncesi stratejisine bağlayıp, Adnan Polat'a yüklenmiş. Maçın kısa özeti Daum’un fizikle maç kazanma stratejisi, kanatları Topuz ve Vederson’la kapatıp, ağır savunmanın üzerine savaşçı Kazım’ı sürmesi, Koch’un takıma yüklediği kondisyon, Fenerbahçe’nin 90 dakika boyunca yaptığı inanılmaz pres, Galatasaray’ın klasikleşen Kadıköy fobisi, futbolcuların maç öncesi kavgası ve Galatasaray’lıların ruh hali, seyirci baskısı, hakemin kötü yönetimi, gollerden birinin ofsayttan, penaltınında penaltı olmayan pozisyondan sonra kazanılmasına rağmen bunların sonucu zaten değiştiremeyeceği, Keita’nın yumruğu, Christian’ın gözden kaçan yumruğu, vs…


Ama asıl dikkatimi çeken, Keita’nin yumruğu sonrası Carlos’un yanına tedavi icin koşan sağlık görevlisinin tedavi icin alternatif tıbba başvurmasıydı. O güzel insanın buz koymak yerine öpeyimde geçsin'i tercih etmesi, her türlü milli etkinlik öncesi çıkan Coca Cola reklamlarındaki sıcaklığın, çoşkunun gerçek hayattaki dışa vurumuydu sanki.. Acaba bu abi zamanında Mustafa Denizli'ye yne bir Galatasaray maçında " Hocam Ali Güneş'i çıkar, Baliç'i sok." diyen polis memuru ile aynı insan olabilir mi diye de düşünüyor insan.


NOT: Bu arada derbide Hayhay'la 4 yıldır aramızda olan gelenekte bozulmadı. İddaa teklifime önce yanıt vermedi, sonra her zamanki gibi kendini tutamadı ve teklifime maça 15 dakika kala olumlu yanıt verdi, eh artik 22Kasim akşamı Nevizade'de görüşmek uzere :)

26 Ekim 2009 Pazartesi

Yorumsuz


Galatasaray Türkiye’den sonra dolaylıda olsa Ada Basını’nın gündeminede oturmayı başardı. Hikayemiz oldukça entrasan, dün öğlen Millwall-Leeds United maçı oynanırken Millwall’lu bir seyirci (ya da daha bilindik tabirle bir holigan), bir Turk arkadaşından bulup içine giydiği Galatasaray formasını Leeds United’li seyircilere gösterip, üstüne resimde de açıkça görüldüğü üzere sağ eliyle hareket yapıp Leeds’lileri tahrik edip kızdırınca gündemin başına oturdu. Eylem bize komik gelsede Istanbul’da 2000 yılında 2 kişi hayatını kaybetmişti ve bu yüzden Ada'da büyük tepki gördü. Olayın baş aktöru arkadaşın alacaği ceza çok net, Millwall başkanı resimdeki arkadaşın kimligi tespit edildikten sonra ömurboyu stadlardan men edileceğini söyledi. Boyle cezaları ülkemizdede görmek dileğiyle…

Fenerbahçe 3 - 1 Galatasaray: Maç Değerlendirmesi

Maçın bittiği an, Galatasaray Futbol Takımı kaptanının diğer futbolcular tarafından sakinleştirildiği andır. 

Fanatik bir adam değilim. 6-0'lık maçın bile ertesi gün gırgırını yapmış, Gülü seven dikenine katlanır derler ya, Kadıköydeki Fenerbahçe maçlarını da Galatasaraylı olmanın bir cilvesi olarak algılamayı tercih etmişimdir. Beşiktaşlının "Ulan Beşiktaş" , Fenerlinin "Ulan Fener" deme sebebleri olduğu gibi Galatasaraylı'nın "Ulan Cimbom" deme sebebi ise Fenerbahçe maçlarıdır. Aslantepe de aynı atmosferin yaratılacağı güne kadar da bunun değişeceğini sanmam. 

Dün akşamdan beri sinirden kaç yazı yazıp sildim, sayısını unuttum. Hayatımda maçın başından sonuna kadar bu kadar silik oynadığına şahit olmamıştım Galatasaray'ın. Saha dışında yaşananlar, hakemlerin baskı altında tahrik ile sertliği ayırt edememeleri ilk değil.. Yenilmek var, bir de böyle yenilmek var. 

Maç yazısı da burda; 3 ay önce yazmışız.

Kaptan 10 Numara

25 Ekim 2009 Pazar

Avrupalı..

Nihat Kahveci benim çok beğendiğim ve kişisel olarakta büyük sempati duyduğum ender adamlardan biridir. Açıkcası diğer iki büyük takım çıkışlı olması durumunda medyadan göreceği ilgi ve saygının çok daha farklı boyutlarda olacağına da inananlardanım. Ne şekilde ve hangi durumda gelmiş olursa olsun, sezon öncesi bir postta " Fenerbahçenin Semih'i, Galatasaray'ın Arda'sı varsa artık Beşiktaş'ında Nihat'ı var" demiştim. Dünkü maçın ardından Nihat'a olan sempatim değişmedi ama bu argümanın yanlış olduğunu düşünmeye başladım.

Avrupa'da oynayan futbolcularla röportaj yapıldığında daha şu yaşıma kadar lafın, dönüp dolaşıp futbolun avrupada vs. türkiyede nasıl algılandığına gelmediği, orda çarşıda pazarda rahat rahat gezmelerinden, üstlerinde baskı olmadan daha verimli performans verdiklerinden bahsedilmediği bir örneğine rastlamadım. Kaldı ki bunların hepsine de eywallah derim. 

Dediğim gibi bunların hepsi güzel, feyz alınması gereken davranışlar ama ne yazık ki avrupa görüp, kürkçü dükkanına dönenen topçularımız avrupalıdan daha çok Almancı ruh hali ile geliyorlar Turkcell Süper ligimize. Bu arada yurtdışından okuyanlar varsa da alınmalarını istemem,üzülürüm ama her yaz köyüne giden bir memur çoçuğu olarak Gurbetçi ile Almancı arasındaki farkı da iyi bilirim. 

Nihat'a geri dönelim. her şeye rağmen sonunda ülkene, altyapısından çıktığın kulübüne yıllar sonra dönüyorsun. Hakkını da verelim Nihat, yaşadığın sakatlığı unutup üstüne çok geliyorlar ama işte bir hafta önce golünü atıp, o psikolojik duvarı yıkıyorsun. Ama ne yaparsan yap, 2 haftada 1 gol 1 asist yerine, 2 haftada 2 golü tercih etmenin altında yatan anlayışı kıramıyorsun. Takım içinde Nihat'a biçilen rolü, o pası atmayarak kaç takım arkadaşının tepkisini çekmiş olma ihtimali bir kenarda dursun. O golün kaçıp, dönüp Rüştü'nün kalesinde  gol olması senaryosunu da boşverin. Bırakın o şut 90'ı bulup, bir Nihat Kahveci Klasiği olsun. Villereal'deki, Real Sociedad'daki Nihat o dakika ve o pozisyonda böyle bir tercih yapar mıydı? Nihat'ın kendine sorması gereken soru bu.  

24 Ekim 2009 Cumartesi

The Liverpool Beach Ball 2



Rijkaard'ın rövanş maçı


Kimisi günde bir paket sigara, kimisi iddia - altılı ganyan, kimisi de akşam yemekten sonra bir küçük yeni rakı... Benim kötü alışkanlığım da Sabah Gazetesi... Çocukluk, ergenlik, gençlik derken yıllar geçti hala sabah kalktığımda ilk yaptığım aksiyon gazeteyi kündeye alıp arka sayfasına bi göz atıp, kapatmaktır.

Koca gazetede Umur Talu dışında dünyaya aynı parallellikle baktığım bir tane yazar olmamasına rağmen bu gazeteyi görmezsem huzurum kaçıyor, hatta kazayla  o gün eve başka bi gazete geldiyse resmen tepem atıyor. Nasıl tırt, nasıl pis bi alışkanlıksa artık yaklaşık 10 senedir  periyodik aralıklarla süregelen  " bu gazetede bi şey yok, artık başka gazete alalım" isyanları ertesi gün yerini yine,yeni ve yeniden bu gazeteye bırakıyor.

Neyse sebebi postumuza gelelim.. Fenerbahçe - Galatasaray maçına 1 gün kala Deniz Derinsu imzalı bi haber gözüme çaptı..Rijkaard'ın rövanş maçı.. Haber öyle bi uslüpla yazılmış ki sanırsın ülkede herkes Rijkaard'ın Fenerbahçe'yle anlaştığını ama sonradan yönetimin Daum'u tercih ettiğini biliyor,Rijkaard da garibim, Fenerbahçe olmayınca Galatasaray'a gelmek durumunda kalıyor ve Deniz Derinsu da olayın içyüzünü bugün açıklıyor. Bravo diyorum.

Bu arada Günaydın'ın sevilen yazarı Ayşe Özyılmazel'in pazar ve çarşamba günleri ana gazetede yazacak olmasının da müjdesini burdan bilmeyenlere verelim. Pazar günü Hem New York Times eki ver, hem de Ayşe'ye köşe ver. Ancak bu kadar olur. 

20 Ekim 2009 Salı

Gaziantepspor:2 - Fenerbahçe:1


Fenerbahçe kendisi için bu çok önemli maçta, çok önemli 3puanı kaybederek haftayı kapattı. Halbuki maçı kazanabilse Galatasaray’la aradaki 5puanlık farkı koruyarak Kadikoy’deki maça çıkacak ve muhtemel bir derbi galibiyetiyle de puan farkını 8’e çıkararak sampiyonluk için henuz çok erken olmasına ragmen çok buyuk bir avantaj yakalayacaktı. Hatta bu olusabilecek fark ile Galatasaray cephesinde psikolojik bombanın fitilini atesleyeceklerdi. Ama evdeki hesap çarsıya uymadı, zaten bu oyunlada uymaması çok normaldi. Daum’un takımı her zamanki alısılagelmis çok kötu oyununu sergilerken, bu sefer sansta yardım etmeyince maçın hakkı olan maglubiyetle bu sezon ilk defa tanıstılar. Daum’un klasik kadrosu, maç içinde hiçbir degisiklik yapmaması, benim TV’den izledigim gibi kenardan maçı izlemesi ve yedek oyunculara hicbir turlu sans vermemesi maçın boyle bitmesinin en buyuk sebebiydi. Fenerbahçe cephesinde derbi oncesi bir Azizsilin yapma zamanı geldi gibi, yoksa her hafta ustune koya koya kotulesen takımın sonu husran olur. Özetle ilk yarı dengede gibi olan oyun, ikinci yarıda Fenerbahçe’li oyuncuların
Kadikoy’e deplasmana gelen Anadolu takımı gibi kapanması ve oyuncuların fiziksel durumunun içler acısı olmasına ek olarak Antep’in gol icin butun kozlarını sahaya surup elinden geldigince saldırmasıyla Antep once macı gostere gostere dengeledi, son saniyede de golu bularak maçı kazandı.



Sahanın yıldızı Julio Cesar’dan sonra Antep’te goze en çok batan oyuncu Olcan Aydın’dı. Olcan o kadar çok kostu, calıstıkı eski takımının gozune girmek icin herseyi yaptı, ama keske kendini Antep’teyken ispatlamak icin bu kadar çok ugrasacagına, bu enerjisini, oyununu bir kerecik Fenerbahçe forması giyerken bizlere izletebilseydi. Julio Cesar’da zaten isminin devamından da anlasılacagı gibi bir De Souza’dır ve anladıgım kadarıyla sahada bir De Souza varsa onun oyun icerisinde bir fark yaratacagı kesindir (Edu De Souza hariç ama), gerçekten çok guzel oynayıp, ilk golde çok akıllı bir ayak içi plaseyle Volkan’ı avlarken, ikincide de barajın yuzde yuz hatası sonucu çok guzel bir frikik golune imza atıp, ligin haftaya erken kopmasını engellemis ve kalitesiz ligimizin heyecan seviyesini yukarıda tutmayı basarmıstır.



Semih-Mehmet Topuz-Emre uçlusune gelirsek, birbirlerinden o kadar kopuktularki, kim kimin napacagını bilmeden, rastgele paslasarak nerdeyse bir 90 dakika geçirdiler. Hatta bu uçlu bu oyunla 6 kisilik kadroyu kurup Acun’un yeni yarısmasına katılsalar orda bile ilk 3’e giremezlerdi, ordaki takimlar bile bunlardan daha organize oynuyorlar. Hayır benim anlamadıgım bu kadar birlikte antremana çıkıp nasılda birbirlerine bu kadar uzak kalabiliyorlar, bunu anlayabilmek kolay degil. Son olarak bunu yazmak benim icin zor ama özellikle ikinci yarida Fenerbahçe kontra ataga çıkıp oyunu koparabilecegi zamanlarda Guiza’yi aradı, Semih kesinlikle takimini ileriye tasiyamadi ve ataklarda takımın el frenini çekerek maglubiyeti hazırlayanlardan oldu. Daum’un da mac boyunca Kazım’a sabredip, Özeri oyuna almayıp, 1-1’den sonra 88.dakikada kendisine sarılıp, kurtarıcı olarak oyuna alması takdire sahan bir durumdu.

NOT: Macin en ilginc notuda bence Fenerbahce'nin 26.dakikada gol atmasina Gaziantep taraftarinin yukaridaki resimde de goruldugu gibi cok sevinmesiydi. Tabi ki sebebi Gaziantep'in plaka numarasi olan 27'ydi, sansizlik golun bu dakikada gelmesiydi:)

19 Ekim 2009 Pazartesi

The Liverpool Beach Ball


Rakip takım taraftarlarına bu işten daha çok ekmek çıkar.. Haftaya pazar da Anfield'a United geliyor, notumuzu düşelim.

18 Ekim 2009 Pazar

Galatasaray 4-3 Trabzonspor : Maç Değerlendirmesi

Ali Sami Yen'deki Trabzonspor maçları, Galatasaray adına genelde rahat geçer. Maç öncesi Fenerbahçe'nin puan kaybı bi yana, bu sene gerek savunmada verilen pozisyonlar, gerek Trabzonspor'un hücüm yapısını göz önüne getirdiğinizde maçın beklenenden daha tehlikeli ve sıkıntılı geçmesini bekliyordum kendi adıma. Hugo Broos'un deplasmanda Galatasaray'dan çekinmesi normal olsa da, Gökhan Ünal'la başlamaması süpriz oldu.

Farkı 2'ye indiren bu 3 puan elbet çok kritik. Kaldı ki ilk yarının sonunda hafif rock hafif kürek esintili yenilen gole kadar maçın mutlak hakimi Galatasaray. Yalnız şu da bi gerçek ki; Ankaragücü maçının ardından, bugün de yenilen 2. golle atılan 3. gol arası sahada akıl yerini yine paniğe bıraktı. Hani takım yeni bir takım olsa veya geçen seneden çok çok farklı bi anlayış içerisinde oynamaya çalışsa, işin psikolojik boyutunu da göz önüne alıp bu durum çok büyütülmeyebilir. Ama uzun bir süredir birlikte oynayan ve özellikle geçen sene Bordeaux ve Hamburg maçlarını oynamış bu takımın bu panik halini kendi adıma hoş göremiyorum.

Rakip, hücüma set olarak başlıyorsa Galatasaray'ın takım savunmasında çok bi problem görünmüyor. Hani topun arkasına geçildiğinde ön alanda biraz daha agresif olunsa elbet daha iyi olur ama şu görüntüde kabul edilebilir seviyede.. Problem özellikle 3. bölgede  hücümda kaptırılan toplar. Bu tip pozsiyonlarda rakip hızla gelip, oyunu sete çevirdiğinde Galatasaray rakibini 5 veya 6 oyuncuyla karşılıyor. Öndeki 4 oyuncu topun ayaklarına gelmesini beklediklerinden geriye doğru yalandan koşu yapıyolar. Bugün maçın 15. dakikasında Neskeens hücum hattını geriye gelin diye uyarıyorsa bu kopukluğun sebebini fiziksel yorgunlukla açıklamak biraz zor.

Bir diğer aksayan tarafta takım kontra atağa organize çıkamaması. Hani Fenerbahçe, hücum hattında Semih, Wederson ve Kazım'la bile gibi çabuk ve çok daha efektif olabiliyorken Keita'nın Baros'un ve Arda'nın olduğu yerde konta atak kornerle bitince sevinmeye başladım.  

Barış belli ki verilen milli takım arasında yine çok çalışıp, hocalarının takdirini kazanmış. Oyun zekası olarak istenilen düzeyde bulmasam da ,sabri ile birlikte, kopukluk nedeniyle orta sahaya binen ekstra yükün azaltılmasına yardım edebilecek iki oyuncudan biri olarak görüyorum kendisini. 

Bunun dışında çok sevmeme rağmen Arda Turan ile ilgili son zamanlarda beni rahatsız eden çok şey var. "Aşırı milliyetçi " bi insan olması, ne bileyim emniyet müdürüne hoşgeldine falan gitmesi kendi özel hayatını ilgilendirir şüphesiz. Yalnız dışardan gözleyen biri olarak söylüyorum, bazı şeyler değişmeye başladı Arda Turan cephesinde... Şunu unutmaması lazım, kaptanları yönetimler belirlese de o kaptanı  kabul edip/etmeyecek olan önce futbolcular, sonra kamuoyudur. Bu yüzden Arda'nın kariyer planlamasını yapanların, Arda'ya takım içinde sayıldığı değil sevildiği için kaptan yapıldığını, insanların kafasındaki Arda Turan imajını bozması durumunda bunun, konumdan ötürü, tüm takımı etkileyebileceğini anlatmaları lazım.. Yaşadığı fiziksel çöküşün izlerini Ermenistan maçı ile birlikte üzerinden atmaya başladığı izlenimi oluşmuştu bende. Bugün, çok iyi  top oynamasa da takımı o kaotik ortamdan çıkartarak önemli bir iş yaptı. 

Haftaya çok önemli bir maç olacak. Derbi öncesi iki takımın maça hangi ruh hali içinde hazırlanacağı çok önemliydi. Bana göre Fenerbahçe'nin ayaklarının biraz yere inmesi gerekti. 90. dakika'da gelen mağlubiyet ile ekstra bir demorilizasyon kaçınılmaz oldu. Galatasaray cephesinde ise ihtiyaç duyulan özgüven ve moral, 4-3 biten ve bol gelgitleri olan böyle bi maçtan sonra istenilen seviyede olmayacaktır.  

16 Ekim 2009 Cuma

İki soru, bir cevap

Gider nedir ?, Nasıl yapılır ? 


...


Öncelikle bloğu düzenli takip edenlerden bu planlı olmayan ara için özür dilemem lazım. Hiperaktif veya ilgisi kolay dağılan biri değilim. Ama Winamp'ında yaklaşık 2 ay boyunca Videotape'den başka bi şey dinlememiş ve bunun gibi birçok vaka yaşamış biri olarak , insan dışında, sevebildiğim ve yeni keşfettiğim herhangi bir şeye karşı zaman zaman obsesif olabiliyor, gözüne ışık tutulmuş Hugh Hefner gibi olduğum yerde kalabiliyorum. Detaylara ilerde ineriz elbet. 

Biz yokken de gündem yoğundu tabii. Fatih Terim ile ilgili, daha doğrusu aşattığı süreç ve karşılıklı iki yüzlülük hakkında bi şeyler yazmak istiyordum Ermenistan maçının ardından. Lakin, pazartesi yapacağı konuşmayı beklemeye karar verdim...

Enfes bir Peru maçının ardından, sıkıcı bir Uruguay maçı izledik. Ben, adamım Forlan'ın, Diego'yu üzeceğini tahmin etmiştim maç öncesinde ama hem Arjantin hem de Uruguay hayal kırıklığına uğrattı beni. (2010'da her türlü Meksikalıyım).. Bi de maçı izlerken aklıma Messi geldi bol bol. Şu takım 2010'a gidemeseydi eğer, bizim Hidayet'e yaşattıklarımız, Arjantinlilerin Messi'ye yaşatabileceklerinin yanında sitcom gibi kalırdı heralde. 

Bu arada yerli kaynaklarda pek göremedim ama FC Barcelona, başkanlık seçimleri öncesi katalan gazetesi El Periodico'nun haberi ve ardından bunun önce yalanlanıp ardından kabul edilemesi ile fena karıştı. Habere göre genel direktör Joan Oliver, kulüpteki 4 başkan yardımcısını hakkında rapor hazırlamak için özel detektif tutmuş. Barçagate adı verilen bu durumla ilgili de daha detaylı bir yazı yakında burada olacak. 

5 Ekim 2009 Pazartesi

Carol Brown..

Flight Of The Conchords - 2. sezon 5. bölüm - Yönetmen : Michel Gondry

4 Ekim 2009 Pazar

Ankaragücü 3-0 Galatasaray : Maç Değerlendirmesi

Perşembenin gelişi aslında yine perşembeden belliydi ama benim açımdan karanlıkta kalan tek  hadise fiziksel çöküşün bir kaç oyuncu yerine tüm takımda olmasıydı. Neticede bu takım sezonu 1 ay önce açsa bile sezonun bu dönemlerinde daha dar rotasyonla oynamasına ve benzer yoğunlukta takvimlere rağmen, fizik olarak bu kadar organize çöktüğüne pek şahit olmamıştık. 

Bunun cevabı ertesi gün geldi.. Önce Spormax kanalında Bülent Timurlenk abimiz, ardından da Lig Tv'de ismini hatırlayamadığım bir yorumcuRijkaard'ın eylül ayının başından beri takıma kondisyon yüklemesi yaptırdığından bahsetti. Sonuçta bu iş kuantum fiziği değil; Hem futbolu hem teknik adamlığı en üst seviyede yaşamış Rijkaard& Neskeens ikilisinin sezon öncesi bu dönemlerin belki daha az, belki daha fazla zararla da geçilse yaşanacağından ve programlamalarını da bunların farkındalığında yaptıklarından zerre kadar şüphem yok. 

Son dönemin popüler istatistiklerinden olan, 'kim ne kadar koşmuş' istatistiklerine baktığınızda, fiziksel çökme başlamadan önce ilk 5'deki oyuncuların birçok maçta; tandem ikilisi, orta sahadaki ikili ve Milan Baros olduğu mutlaka benden başka birilerinin de gözüne çarpmıştır. Sahanın enlemesine kullanılmasının esas alındığı bir sistemde çok da süpriz değil bu. Lakin bu rotasyonda Zan, Güngör, Linderoth, Ayhan hatta Topal'ın sakatlanması Rijkaard'ın elinde olan bi şey değil. 

Hikmet Karaman, bu ligin vasat teknik adamlarından biri değil. Sanırım Fatih Terim çakması mimikleri, son dönem Yılmaz Vural tarzı dışavurumsal vücut dilinden olsa gerek hakettiği saygıdan daha azını görüyor. Bugünkü maçta fizik olarak düşmenin sınırlarında dolaşan Galatasaray'ın hücum gücünden çekinip, Beşiktaş dahil birçok takımın yaptığı gibi yalandan, göstermelik pres yapmak yerine sahanın her yerinde agresif, baskılı oynattı takımını. Esas olayı topa hükmetmek olan rakibini, kendi 50-55 civarı top kaybı yaparken, 75-80 lerde oynatması takdir edilmeli.

Barış Özbek'in oynamamasını da yadırgadığımı söylemem gerek. Rijkaard'ın o bölge için aradığı oyun zekasının Barış'ta istenilen düzeyde olmadığı belli ama hani orta sahanın sapır sapır döküldüğü ve açıkcası dökülmesinin de beklendiği maçlarda sahaya sürülse büyük artıları olacağını düşünüyorum. Caner belki de bugün takımın en iyi oyuncusuydu. Sol açıkta da rahatlıkla Kewell'la rekabet edebilir bence. 

Muhakkak maç içinde bir iki tercih daha farklı olsa veya hakem triosu elini biraz vicdanına koysa galibiyet gelebilirdi. Graz maçı sonrası bu maçta golü erken bulmanın gerekliliğinden de bahsetmiştik. Zaten taraftarın canını sıkan da bu değil işin doğrusu. 2 hafta önce  6'da 6 yapmış Fenerbahçe, taraftarından protesto yemesinin sebebi nasıl Galatasaray ise bugün bizim canımızın sıkkınlığının esas nedeni Fenerbahçe'nin tökezlemeden yoluna devam etmesidir. 

Ve mili takım arası.. Bu araların en azından Brezilyalılarından dolayı Fenerbahçe'ye bile göreceli fayda sağlacakken Galatasaray' açısından, şu kötü periyodun ardından kadrodaki birçok oyuncunun yine fiziksel olarak yıpratıcı maçlar yapacak olması ne yazık ki iyiye işaret değil. Taraftar açısından sezon öncesi birçok platformda adı geçen sabırın devreye girmesinin zamanıdır.

Her takımın "analizinin" yapıldığı programlarda diğer takımları Galatasaray üzerinden eleştirenler, bugün "biz kaç haftadır diyorduk...", "böyle bir gidersin, iki gidersin üçüncü de 3'ü yersin " diyip sırıtıyorlar. Açık açık 10. haftada olası bi kadıköy mağlubiyetinin ardından şimdi söyleyemedikleri " Barcelona'nın o kadrosunu bana verseniz bende şampiyon yapardım"  ekseninde ve çapında eleştiriler için zemin hazırlanıyor. Bu dönemde hiçbir maçta Galatasaray'ı öve öve bitiremeyenlerin arasında olmadığımdan rahat rahat söyleyebilirim ki; eğer dibi göreceksek, 7-8 maç vasat oynayıp galip gelerek görmek yerine, 2 maçta en dibe vurup tekrar sekmeyi tercih ederim. Herkes rahat olsun, takımın başındaki ekibe güvensin ve lütfen sabretsin.

3 Ekim 2009 Cumartesi

Seats for the ass



Fortuna Düsseldorf taraftarları Alemannia Aachen maçında şahlanmış. Umarım "şşşşşş çök çök çök" 'ün almancada bir karşılığı vardır.

2 Ekim 2009 Cuma

Uzakdoğu Turnesi

Hiç unutmam, sene 1970.. Southampton FC, Japonya turuna çıkıp, Japon Ulusal takımıyla 4 hazırlık maçı yapıp 3 galibiyet 1 beraberlikle evinin yolunu tutuyor.

Galatasaray 1-1 Sturm Graz : Maç Değerlendirmesi

Kurada Strum Graz haberini öğrenince aklıma Sami Yen'deki maç değil de orda valilik stadında 3 yediğimiz maç geldi direkt aklıma. Kinci bi insan da değilim hani. Ama işte bazı mağlubiyetler çok koyuyor adama. Benim için; Chelsea, Villareal, Olympiakos'un yanında bir de Graz vardır kara kaplı defterde.  

Bizim dükkana aksatmadan uğrayanlar farklı kazanılan maçlarda bile edinilen top hakimiyetini, yeterli verimlilikte gol pozisyonuna çeviremediğimizden bahsettiğimi hatırlayacaktır. Kaldı ki bunu da Felkamp, hatta Skibbe dönemleriyle karşılaştırarak söylüyorum. Sene başından beri topla koşarak değil topu koşturarak tempo yapmak, topa koşarak değil toplu koşarak savunma yaptrımak istiyor teknik ekip bu takıma. Kafalarındaki süreçle, gelişen süreç arasında ne kadar uyuşma var bilmiyorum ama bu geçiş döneminin sürekli ve farklı galibiyetlerle gitmesinin futbolcunun " biz zaten iyiyiz " düşüncesini benimsemesi gibi bir tehlike de mevcut. O yüzden bu zararsız puan kayıplarınını olumlu tarafına da bakmak lazım.

Her transfer edilen topçu, ne kadar maliyetle gelmiş olursa olsun, tutacak diye bir şey yok. Ama uyun dönemi bir sene süren futbolcuların oynadığı bir ülkede aldığı dakika başına verimliliği kabuledilebilirin çok üstünde olan Elano için bugün kantarın topuzu biraz kaçmış gibi görünüyor.  Bugün son dakikalarda o pozisyonda ıskalamasa, maçı 1 gol 1 asist ile tamalayacak ve kimse İliç vari top kayıplarından bahsetmeyecekti. 

Son 3 maç, Sami Yen'de alınmış 2 beraberlikle bitse dahi saha içi organizsasyonları ve alan parsellemede gelişme olduğu kesin Galatarasay'da. Yalnız bunun yanında Başta Mehmet Topal ve Hakan Balta olmak üzere bazı oyuncularda güçsüzlük ve yorgunluk emareleri de başladı ki  sanırım şu an için en önemli tehlike bu takım adına. 

Sezon başından beri bir sürü olumlu değişikliğe rağmen, sanırım bu felsefedeki değişimin bize tek olumsuz katkısı; atak sonunda dönen rebound toplarını hem yeterli oranda toplayamamak hem de bu topları etkin şekilde kullanıp, rakip defansı bunaltmakta sürekliliğin yakalanamaması.. Ayhan gelince bi nebze düzelir diye düşünmüştüm, özellikle ilk yarı itibarı ile topu toplama da bi gelişme olsa da oyuna sokmadaki sıkıntı da bi değişiklik yok.

Son bölümde de biraz taraftara değinmek istiyorum. Şayet Ali Sami Yen Stadyumuna giden insanın, maçı benim gibi evinde çay eşliğinde uzanarak izleyen adamdan farklı olarak taraftarlık sorumluluğu vardır. Mesela benim adım seyircidir, maç içinde hata yapan Mehmet Topal'a bağırıp çığırırım istediğim gibi, ama oraya  giden taraftarların daha 20. dakikadan itibaren bu tip hatalarda homurdanması çok yanlış. Sezon öncesi taraftarların en çok üzerinde durduğu husus olan " sabırı ", sadece Rijkaard'a değil, tüm takıma olması gerektiğinin hatırlanması gerek.

Bu arada Eskişehir maçında son 20 dakikada  oluşan panikle şişirilmeye başlanan topları, bu maçta uzatma dakikalarında bile görmemek çok sevindirici. Şimdi Pazar günü Ankaragücü maçı var. Zor bir maç olmaya aday, tandem ve libero rotasyonu sakatlıklarla bu kadar minimize edilmişken, bu bölgelerde yorgun bi görüntü veren Galatasaray'ın, golü erken bulması şart.