25 Temmuz 2009 Cumartesi

You Will Never Fight Alone

Olayı bilmeyenler için özet geçiyim. Gerrard ve arkadaşları bara giderler, Gerrard barda çalan müziği kendi seçmek ister ve o tarafa doğru yönelir. O sırada barda çalan muzikten sorumlu 34 yaşındaki Marcus McGee Gerrard 'ın isteğini reddeder. O gerginlik esnasında halkın takımı Liverpool'un kaptanı, karşısındaki adamın yumruk atacağı varsayımına dayanarak ağzının ortasına bi tane suckerpunch atar.

Ardından Gerrard tayfasından bi eleman önce dirsekle Marcus'a vurur ve Gerrard geceyihiç yumruk yemeden 3 tane aparkart ile bitirir.. Ve bugün itibarı ile de serbest kalır.

Olayı zengin piçi ile ezilen varoşların çocuğu arasındaki kilişeye indirmeden şunu demek istiyorum; Belki Marcus hakkaten dayağı haketmiş olabilir. Kitaba uygun hareket etmiş gibi görünse de bazen ufak bi jest, çakal bi mimik karşıdakini çileden çıkarmış olabilir. Yine de bi tarafta cesur yürek, Kop'un ruhu diye anılan bi adam portresi gözümüze sokulurken, diğer tarafta kavgada bile yalnız yürümemeyi tercih eden adam mahkeme salonundan ayrılıyor.

Taraftar boyutunda Stevie G. şöhretine şöhret kattı, mahallenin çocuğu muhabbeti zaten iyice artmıştı bu olayın ardından, artık alır başını gider ..

Not: Bu arada pilleri şarj etmek için bi haftalığına Antalya tarafına kaçtım. Blog fenerli tayfasına emanet, haberiniz olsun..

23 Temmuz 2009 Perşembe

Javier Karadeniz



Mascherano Barcelona'ya gitmek istiyor. Eşinin vize sıkıntısı da bunaltmış kendisini. Liverpool futbol anlamında yerini doldurabilir mi bilinmez ama görsel kısmı Gökdeniz'le çözebilirler.

Buradan hareketle West Ham, Trabzonspor ve Barcelona'nın renkleri üzerinden geliştirilecek ilk makul komplo teorisi teiko marka saat ile ödüllendirilecek. Liverpool'u da dahil edebilene Benitez posteri hediye.

21 Temmuz 2009 Salı

Fenerbahçe Ve Transfer Politikası

Roberto Carlos transfer edildiğinde bunun yanlış transfer olduğunu düşünenlere karşı iki argümanım vardı. Her şeyden önce kendi pozisyonunun gelmiş geçmiş en iyisi kabul edilen, hatta  oynarken efsane olmayı başarmış ender futbolculardan birisi olduğu gerçeği vardı ortada. Takıma verdiği güven ve kattığı tecrübe pek uzun vadeli olmasa dahi Şampiyonlar liginde çeyrek final oynanmasında varlığının büyük etken olduğunu kimse iddaa etmeyecektir sanırım . 

Diğer konu ise Fenerbahçe ve Brezilya ilişkisi kapsamındaydı bana göre. Zaten Pareira ile başlayan süreçte Brezilya pazarında artan bi şöhreti olan külüp, Roberto Carlos ile adını iyiden iyiye akıllara çakmış olacak ve süperstar adayları olmasa dahi bugün Fc Porto'nun yaptığı yıldız adayı adamları alıp, sömür-parlat- elden çıkar stratejisi uygulayacaklarını düşünmüştüm. Sanırım yönetim de böyle düşünmüştü. 

Zico döneminde takımın maç seçmesi, bölgeye özgü rahatlığın, taraftar ve  yönetim profili ile uyuşmaması sonrası Aragones'in getirilmesini birçok kesim sambacıların tasfiye işleminin başlaması ve farklı bi yapılanma sürecinin başlangıcı şeklinde yorumladı. 

Bu sezon öncesi verilen 3 sene şampiyonluk sözleri, Mehmet Topuz zaferi ve Özer hamlesi ile yerli pazarda piyasayı yükseltip hem istedikleri adamları aldılar hem de yerli pazarına girecekleri püskürttüler ( Galatasaray- İsmail Köybaşı ) ayrıca girenlere de astronomik kabul edilebilecek paralar ödetme durumda kaldılar ( Beşiktaş- İsmail Köybaşı)... Ama bu One Man Show'un dışarıda işe yaramadığı, kısa boylu, kel yönetici eksikliğinin giderilemediği sıra yabancı transferine gelince 2 senedir olduğu gibi yine belli oldu. Ama tek fark geçen sene aldıkları displini ön planda tutma karar sonrası alternatif olarak bile düşünmedikleri Güney Amerika pazarı bu sene imdatlarına yetişti. 

Sevmediğim ligleri izlemediğim gibi bilmediğim adamlar hakkında da yorum yapamıcam. Blog dünyasında Cm profiline bakarak yorum yapan bi dolu insan olduğu gibi, bu işten para kazanan adamları cebinden çıkaracak kadar altyapısı olan bir sürü insan var. Merak eden zaten okumuştur. Transfere gelince benim referansım Daum'dur. Yabancı transferlerinde yaş tahtaya bastığına pek şahit olmadık elinde bütçe olduğu sürece. Eğer başkan'ın dediği gibi bu iki oyuncu da 5'er kişilik alternatif listede iseler, problem olacağını pek sanmıyorum. Yine de Bloğun Fenerlilerinden Memduh Bey kardeşim önlibero transferini beğenmemiş. Seneye 3'Lü ortasaha olacağından ( Topuz- Cristian- Emre) bunun pek problem olmayacağına ikna etmeye çalıştım ama başarılı olamadım sanırım. Xabi- Senna sonrası gelen Josico'nun post travmatik etkilerinin ve heyheylerinin üstünde olmasına verdim, normal..

Bu pazarın ve stratejinin geliştirilip daha alt yaş gruplarına inilmesi veyahut Real Madrid benzeri bir Brezilyalı kıyımı olup olmayacağı bu sene oynanan futbol ve ortaya koyulan ciddiyet tayin edecektir. Ayrıca transfer, Fenerbahçe, Brezilya dedik ama bulmacanın eksik kısmı Juan Figer'in burda devreye girme durumu var mı bilmiyorum. Varsa ayrı bi post daha yazılır elbet. Bilgisi olanlar paylaşırsa seviniriz ailecek. 

17 Temmuz 2009 Cuma

Kollektif Futbol ?!

Guardian Sport Blog'ta takım halinde organize atılan en güzel 6 golün listesini yapmış Rob Smyth abi, neden 6 sorusunun cevabı yok. Barca'yı da görmezden gelmiş. O 6 içinden Sadece Carlos Alberto'nun attığını görmüştüm öncesinde. Teker teker Youtube'dan bakarken paylaşmak istedim. 6+1 kuralını da devreye soktum. Favorim 3 numara.

6-) Antonio Careca - 1981

5-) Gary Lineker - 1991

4-) Patrick Viera - 2005

3-) Mick Channon - 1982

2-) José Cardozo - 2003

1-) Carlos Alberto - 1970

+1 ) Necati Ateş - 2006

Togo or not to go? Adebabye


1.5 sezondur Adebayor Milan'a ha gitti ha gidiyo derken kendisini kuzey Ingiltere'de Manchester'in ikinci buyuk takiminda bulmasina sayili gunler kaldı. Transfer sezonunun en hareketli takimlarindan Manchester City Adebayor transferinde artik sona cok yaklasti..
Adebayor'un haftalik 170bin pound'luk (yillik 8.8milyon poundluk yani yaklasik 148bin varil petrol) isteğine petrol fiyatlarıinda bu yıl yüksek bir artis olacağınıi ve bu artıştan iyi para kaldıracağını düşünen Dubai'li Şeyhimiz olumlu yanit verdi, şimdiyse sıra Arsenal'i iknaya geldi. Arsenal taraftarlarlarına çoktan 'Adebabye' diyen Adebayor, artik iki kulübün anlaşmasını bekliyor. Aldığım istihbarata göre görüşmeler devam ederken, 26milyon pound karşılığında sürecin sonuna gelindiğini söyleyebilirim. Jo'lu, Robinho'lu forvet hattına daha önce Tevez'i de katarak iyice güçlendiren City, Adebayor'la iyice guclenecek gibi. Bunlarin arkasina 1-2 iyi orta saha ve defans takviyesi de yapabilirlerse pes2010'da bircok pessever tarafindan seçilecek takim olacaktir.

Burdan bir notta bizim Okçu'ya düşmeyi boynumun borcu bilirim; Basında bugün yer alan haberlerde kendisinin City ile flort ettigi konuşuluyor, umarım dogrudur ama kendisi açısından bu hiçte doğru bir hareket olmaz. Şayet allah vergisi 'Kucuk Emrah' bakışıyla haftalarca kaçırdığı goller sonrası taraftarın acıyıpta kızamadığı, hatta kaçırdıkça 'Guizaaaa..Guizaaaa' tezahuratlariyla destekledigi Okçu, Ada'da bu golleri kacirirsa Ingiliz toplumunun bizimki gibi mazluma destek olma duygusu olmadigi icin 'Guizaaaa..Guizaaaa' tezahuratlarinin önüne meşhur 'F.ck U' kalıbını getirerek, en geç sezon ortası Guiza'nın Dubai Ligi'ne gönderilmesine vesile olurlar. Sen iyisimi Okcu tatilde güneşlenmeye devam et, City'yi de unut, benden soylemesi.

+ 40 Milyon Euro ?

Dünya üzerinde Eto'o'nun yaptıklarını yapabilecek zaten toplasan 3 adam var. Ki Eto'o dahil bu adamlardan 2'si de Barcelona forması giyiyorlardı. Israrla David Villa'yı istemelerinin sebebi ortada ilk alternatifin Henry olduğunu gösteriyor. Villa kalınca, Eto'o da arzaya bağlayınca +40 milyon içeri girdiler.

Olayın iki ilginç boyutu var. İlki, bizim karaoğlanın arızalı yapısı.. Hani günümüz futbolunun dream team'inde babalar gibi oynarken neden kısa devre yaptığını İspanya haberlerini birinci kaynaktan okuyamadığımızdan bilemiyorum ama nerden bakarsak bakalım Eto'o'nun yaptığını çorumlu yapmaz. Yine de en beğendim forvetlerin başında gelir. Ve herşeye rağmen underrated bi adamdır gözümde.

İşin diğer ilginç tarafı ise takas için konuşulan +40 milyon euro.. Noluyoruz yahu..Hani bazı dengesizlerin Cristiano Ronaldo adam değil eksenine paralel olarak İbrahimoviç eleştrisi gibi algılanabilir belki ama ikisi de 81 doğumlu olan, aşşağı yukarı eş değer kalitede olan bu iki adam arasında fark nasıl 40 milyon euro olabilir. Ceylan çalışkan bunu bana açıklasın... Eto'o nun yaptığı arızanın aynısını İbo da yapmakta 2 senedir.

Uyum açısından İbo kendi yeteneklerini daha da önplana çıkarabileceği yere giderken, Eto'o muhteşem driplingleri olmasına rağmen tek topların, uzun pasların, fiziğin oldu yere nasıl ayak uyduracak. İnter yerine bi Arsenal nasıl da yakışırdı ya ,neyse... Diğer taraftan daha geçen Xavi'nin " C.Ronaldo'nun bize gelmesini istemezdim " açıklaması varken, Deco'ların Ronaldinho'ların tutunamadıkları yerde İbo nasıl uyum sağlayacak görücez.

50 Kuruş'a 125 Lira

İngiltere muhabiriniz olarak burdan ilginizi çekebilecek haberler bulmaya devam ediyorum. İngiltere'deki son cilginlik: hatalı 20 penny'ler (ederi 50 kuruş) yerine 50 pound (125 lira) aliyosunuz..Şaka değil gercek.
Merkez Bankasi son bastigi 20 penny'lerin ön yüzünde olması gereken tarih ibaresini koymayi unutunca paralari toplama karari aldı (ki şüpheler baskıdaki kişinin Turk kokenli bir Ingiliz oldugu yönünde, kulislerde dayı maç izlerken dalmış deniliyor). Bunu duyan özel bir firmaysa elinde hatali 20 penny'si olan ilk 10.000 kisinin parasini 50 pound'a geri alacagini acikladi, eh doğal olarakta bu da bir cilginliga dönüştü ve herkes hatalı 20 penny aramaya basladi. Hatta işyerimdeki arkadaslar gibi işi ticarete dökenler oldu ve elinde hatali 20 penny olana bunu hemen nakit 25 pound'a alma calışmalarına başladılar, girişimcilik ruhu işte bu olsa gerek...
Gerçi uzmanlar insanlara parayı bir sure ellerinde tutmalarini ve bunlarin degerinin 1-2 yıl içerisinde 300 pound'a kadar çıkabileceğini söylüyor, yani 2 tane bulsan Bodrum tatilinin parasi çıktı demek:) Hatta Londra'da favori mekanlarımdan biri olan Londra Karamürselimizi Yaşatma Derneği'ndeki abiler sahte hatalı penny işine girmekten bahsediyolar, yine komşu Londra'lı Yiğidolar Lokali'nde uzun zamandır top 5'e 1 numaradan giren ve 1 yıldır zirveden inmeyen Türbülent geyiği, 3 haftadır yerini önce Wimbledon&Federer, ardından da hatalı penny gündemine bıraktı. Anlaşılan çılgınlık 1-2 yıl daha sürecek, bakalım daha nasıl girişimcilikler çıkacak bu iş üzerinden, bekleyip görcez nolacağını ,takipteyim sevgili blog..Bu arada elinde hatalı penny olan varsa nakit 29 pound'a alıyorum, haberiniz olsun.
NOT: Yazıda 'Bodrum tatili' ibaresi gecince' artik bir sonraki yazi konusunun bir Bodrumlu olarak 'Bodrum Bodrum' olmasi farz oldu gibime geldi.

16 Temmuz 2009 Perşembe

23>14+9

Fenerbahçe’nin bitmek tükenmek bilmeyen tartışması, Semih Fenerbahçe’de ilk onbirde oynamalı mı? Yedek mi kalmalı? Şahsen ben Semih’in 2007-2008 sezonunda ligde çoğu sonradan oyuna girerekten attığı 17 golle bu tartışmaya son noktayı koyduğunu düşünmüştüm, hatta Kezman’da benimle aynı düşünüyormuşki, artık ilk onbire giremeyeceğini anlayınca apar topar bavulunu toplayıp Fenerbahçe’den kaçıp Fransa’da Parc des Princes’in yolunu tuttu. Gol krallığı artı Avrupa Şampiyonası’ndaki çok klas oyunundan sonra birçok Fenerbahçe’li ilk onbiri yazarken Roberto Carlos, Lugano, Volkan ve Alex’in yanına Semih’i de ilk onbirin değişmezi olarak yazıyordu. Ama bu meltem havası kısa sürdü ve Matadorların gol kralı Guiza gelince yerini matem havasına bıraktı. Biz Okçuyu Semih’in partneri olarak düşünürken, Dede onu Semih’in yerine koydu, Semih’i de tapu kadostralı sahibi olduğu yedek kulübesine sağdan dördüncü koltuğuna gönderdi. Fakat artık tesadüfmüdür, takdir-i ilahi midir bilinmez ama Okçu kaçırdığı kaçırılamayacak, ‘hatta ben olsam ben bile atardım bunu’ denilecek pozisyonlarda elini ayağını birbirine dolaştırıp golleri kaçırınca, basın, taraftar ve yönetim baskısıya Dede formayı Semih’e vermişti, gerçi başlngıçtaki iyi performansına uzun sakatlık dönemi etkilenince ligde geçen sezonu 7 golle kapatmıştı.

Sonrasında yaz tatili, futbolsuz iki ay nasıl geçecek derken, dünkü hazırlık maçıyla futbolsuz yaşamımız son buldu ve tekrar takımımızı takibe başladık. Dün akşam bir kez daha gördümki Semih her ne kadar komple bir forvet olmasa da, Fenerbahçe’nin Daum’la başlayan 6yıllık 4-4-Alex-1 taktiğinin ilerdeki tek ve en iyi oyuncusu Semih’tir. Topu çok iyi saklayarak, Alex’le oynaya oynaya Alex’ten aldığı oyunu okuyabilme ve pas atabilme becerisiyle, attığı ve attırdığı gollerle takımın hücumuna pozitif katkısı gerçekten tartışılmaz. Her ne kadar dün akşamki rakip Fenerbahçe’yle mukayesede edilemeyecek dahide olsa, edilse edilse ancak bizim bloğun çıkaracağı halı saha takımıyla mukayesede edilebilir olsada, Semih’in pozitif oyunu, iki golü ve işindeki profesyonelliğiyle ciddiyeti için kutlamak gerekir. Ama yaptığı doğrumudur orası tartışılır… Yıllardır hep bu yanlışı yapıyor, halbuki şimdi bu sıcakta deniz kenarlarında gezip, Bodrum sahillerinde fink atmak varken, orda arkadaşlarıyla kampa katılıp maçlarda oynayıp attığı goller onun eksi hanesine kocaman yazılmaya başladı bile, biliyoruzki her zamanki gibi onun marka değeri (ehh hiçbir evli, nişanlı ya da sevgilisi olan erkek eşinin, nişanlısının veya sevgilisinin arkasında kendi adından başka bir Türk erkeği ismi olan ‘Semih’ yazan forma aldırıp giydirmeyeceğine göre) gelen yabancı forvetten daha düşük olduğu için ve forvetteki stepnesi gibi ‘ben 30temmuza kadar Mallorca sahillerinde tatil yapacağım, o yüzden kampa falan gelmem, anca size kartpostal atarım’ demediği için ilk onbirdeki yeri ve formasını bu sezonda kaptırdı (sadece Almanya kampında ilk onbir garanti). Ehh ne diyelim, şimdiden Semih’e yedek kulübesinde Allah sonsuz sabır versin, hatta en iyisi kendine bir iPod alsın, Servet’ten de mp3 playlistesini kopyalayıp koltuğunda onu dinlesin bu sezon.

12 Temmuz 2009 Pazar

Zayton Cup Sonrası...

İlk 2 maçın ardından 2 haftalık hazırlık kampında takımın Total Futbol oynadığını sananlarda, son maçın ardından da Al Ahly ve Wydad Athletic'in zayıf rakipler olduğu, Leverkusen karşısında açıklarımızın ortaya çıktığı fikrinin hasıl olacağını tahmin ettiğimden, en az 3 yıldır aynı kadro, aynı sistem ile her sene üstüne koyarak çok sağlam gelen bi takım karşısında ideal 11'in ileri 6'lısından sahada sadece Arda'nın forma giydiğini unutmamak gerek. Zira bu sistemde hücum edemezseniz, arkada Maicon-Terry- Ferdinand- İsmail Köybaşı dörtlüsü de olsa savunma yapamazsınız.  

Şu an için beni tedirgin eden tek şey Rijkaard'ın Gökhan Zan'ı ilk 11 de başlatma sinyalidir. Emre Güngör varken Milli takım stoperi olmasının en büyük sebebi Fatih Terim'in, kısa boylu ortasaha ve forvet hattımızdan dolayı oluşabilicek duran top tehlikesini minumuma indirme çabası olduğunu bilinmeyen bi gerçek değil. Güngör'ün dezavantajı geçen sene uzun aralarla,çok az forma şansı bulması. Rijkaard'ın Emre'yi tanımaması normal, uzun ve sürekli nükseden sakatlığın etkisinden kalıcı olarak kurtulmakla uğraştığından olsa gerek, ne fizik ne de mental olarak hazır görüntü vermedi. Al Ahly maçında kötü , son maçta nispeten iyiydi. Acilen toparlanıp, hocanın gözüne girmesi gerekli.

İyi bir yedek umudu olarak transfer edilen Mustafa Sarp, hayal kırıklığı yarattı hazırlık maçları itibarı ile. Top ayağına geldiğinde hata yapmamak adına gerildiği her halinden belli. Gereğinden fazla garanti oynuyor, gereğinden fazla topa bakıyor. Yine de bunun zamanla ve etrafında ne yaptığını bilen adamlarla oynadıkça normale döneceğini umuyorum. Şu an itibarı ile Mehmet Güven'in arkasında gelir rotasyonda. 

Bunun dışında; Alparslan, Yaser Yıldız ve Serkan Kurtuluş'da gözle görünen fiziksel gelişme sevindirdi beni. Serkan garip bi adam saha içinde özellikle kanat organizsasyonlarda doğru oynayıp sonunu bi getiremiyor. Yaser oldukça iyiydi, rotasyonun düzenli adamı olabilir, Paf'tan gelen Caner Öztel kendini gösterememiş olsa da takip ettiğim kadarıyla akılıyla oynayan bi çocuk ama fizik açığı herkesten fazla. Özgürcan'ın gönderilmesi artık kesindir. Erhan da sanırım en iyi ihtimalle kiralık verilir.  

Altyapının 3 yıldız adayına değinmezsek olmaz.. Cem Sultan'dan başlayayım. Bu sene en çok onu merak ettiğimden Paf maçı izleme kararı almıştım ama şanssız bir yıl geçirdi. Kampta 2 maçta şans buldu yanılmıyorsam. Oynadığı süre içerisinde oyun olgunluğu bakımından Uğur Uçar paralelliğinde doğru pası verip doğru koşuları yaptı. Bileklerin ne kadar yumuşak olduğu dikkatlerden kaçmamıştır. Neden daha fazla şans bulamamış olduğu konusunda kafamdaki tek mantıklı düşünce geçen sene yaşadığı uzun sakatlığın ardından bu sene Paf'ta 2010/2011 sezonuna hazırlanması planlanmış olabilir... Serdar Eyilik ve Emre Çolak Paf maçı izleyenlerin zaten dikkatinde olan bir topçulardı.. Dikkatimi çeken Paf maçlarında bencil karakter gösterip, top oyundayken oyunun içinde olan bu iki adamdan Serdar'da bi değişiklik olmazken, Emre'de büyük farklılıklar var.  Açıkcası Wydad maçı sonrasında bu sene rotasyonda ismini yazanlara gülüyordum ama Leverkusen maçında gerçekten çok iyi oynadı. Ayağına top çok yakışıyo zaten. Fiziksel olarak güçsüz de olsa anatomik olarak avantajlı Arda gibi. Açığını da hızla kapatır diye umuyorum. Serdar'ın rotasyonda kalması biraz da Aydın Yılmaz'a bağlı, Yaser'e kesin gözüyle bakarsak diğer seçim Aydın ile Serdar arasında yapılacak gibi. Bana kalsa Serdar'ı da Cem Sultan gibi bi sonraki sezona hazırlamayı tercih ederim.

Bunun dışında takımdan henüz bi şey beklemek haksızlık olur, Kleve maçını saymıyorum, ondan sonraki iki maçta orta seviyede ve sahaya kazanmak için çıkmış, hırslı iki takım karşısında idare eden bir top oynadı Galatasaray. İleri 3'lünün kanatlardaki ikilisi gole gidebilen dikine oynayabilen özellikli adamlar olmadığı sürece oynanan sistem 4-5-1 olur. Zaten Arda'nın açıklamalarından anladığım kadarıyla şimdiye kadar sadece 4 antreman top eşliğinde geçmiş. Tobol sonrası çalışma sisteminde teknik ve taktik boyut ağırlık kazanacak..

10 Temmuz 2009 Cuma

Kaptan 10 Numara

Arda Turan benim için özel bir adam. Galatasaraylı'ların heyecanını anlıyorum, benzer bi versiyonunu kendi içimde yaşıyorum ben de..

Ama bu 10 numara fetişizmi bize Lincoln'e mal olmuşken şu yapılan hamlenin mantığını, gerekliliğini biri bana açıklasın lütfen, Yahu 66'nın nesi var. Çok sıkıyosa sizi illegal olarak emekliye ayırın 10 numarayı. Hagi ile Metin Oktay ile analım.  

Üstüne de, liderlik vasıfları olduğu su götürmez bi gerçek olmasına rağmen 2 yıl içinde büyük paraya avrupaya  satmayı düşündüğün oyuncuya birinci kaptanlığı vermenin size anlattığı bir şey var mı..? Belki de önceden yapılan amatörlüklerin etkisinde bu kadar karamsar bakıyor olabilirim ama şu hamle Aziz Yıldırım'ın yapmaya çalıştığı psikolojik tahribata verilen popülist bir cevap değil midir?

Yoksa Arda 10 numara insandır, 10 numara da topçudur. Farklıdır, biraz izleyen Arda'nın diğer futbolculardan sahanın içinde de dışında da ayrıldığını görebilir. Ama mesela Fenerbahçe maçında yaptığı fevrilikler,Bordeaux maçında Jurietti'ye attığı kafa, kısacası çabuk tahrike gelmesi şimdi tüm takım adına söz söyleme ve savunma psikolojisi omuzlarına binince nasıl bir etki yapacak bilen var mı? Veya takımda ödeme sıkıntısı olsa yine eskisi gibi Arda'da bunun altından kalkabilecek tecrübe var mı ? Tabii mutlaka yardım alır, tüm camia'nın, hatta hepimizin gözbebeği bi adamdan bahsediyoruz. Ama bu sene bi kademe daha ilerlemesini beklentimiz varken kafayı bunlara mı takmalı çocuk ? En azından 2. kaptanlık verseydiniz. 

Alsın yürüsün, hepsinin de altından kalksın inşallah. Benim nazarımda zaten 10 numaraydı, şekile gerek yoktu..

Hedo Artık Raptor


Portland olayında çabuk gaza gelip, fena ters köşe olmuştuk ama Hidayet artık kararını verdi ve 5 yıllığına 53 milyon dolara Toronto Raptors'la anlaştı. İşin vergi kısmını bilmiyorum, pek ciddi araştırma yapmadım ama sanırım Florida'da ve Toronto'da ki vergi sistemleri arasında fark var ve ortada 53 milyon dolar olsa bile yıllık bazda aldığı ücret çok farklı olmayacak deniliyor. Ne kadar doğrudur ilerde daha doğrusunu Hidayet'in ağzından duyarız nasılsa.

Anladığım kadarıyla Hidayet kendi pazarını test ederken Vince Carter hamlesi üzerine böyle bi karar almak durumunda bırakıldı. Bize hayırlı olsun demek düşer, geceler yine bizim nasılsa. İnşallah Magic'teki ortamını orda da yakalar.

Oyun anlamında takımda avrupalı olması, genel menajerin yine aynı kökenli olması büyük avantaj.. Şüphesiz Hido'nun Toronto hücumlarında etkisi olacaktır. Bu etki Magic döneminden artı veya eksi yönde ne kadar farklı olur, bi şey söylemek zor. Farklı tipte oyuncular var iki takımda. Ve farklı sistemde oynayacakları açık. Oyunun hücum yönü muallakta iken savunma tarafında kesin olan bir şey var. O da Hidayet'in kendi pozisyonundaki atletik oyunculara karşı daha fazla zorlanacağı gerçeği. Arkada bekleyen Chris Bosh ile Dwight Howard arasında büyük fark var. O rahatlığa alışmış 30 yaşındaki veteran'ın savunma konusuna daha fazla konsantre olması gerekecek özellikle bazı maçlarda.

Bu sene Nba takımları, bi süredir azalma ivmesiyle de olsa devam eden dengeli takımlar dönemini, son yapılan ve yapılacağı konuşulan takaslarla beraber yerini yine alt-üst takım dönemine bıraktı. Bu da genele yayıldığında sıkıcı bir 82 maç ve konferans yarı finalleri ile birlikte heyecan fırtınası demek. Hido için hayırlısı olsun. Kadro bi şekillensin, birkaç maç izleyelim yazmaya calışırız Raptors hakkında.

Reis-i Başkan

Transferi başkan mı yapar, yoksa antrenör mü? Başkan yaparsa tek adamdır, diktatördür! Transferi başkan yaparsa başarılı olmak mümkün müdür? İmkansız! Bizdeki yıllardır tartışılan, geyiği nice Telegol’lerde yapılmış, nice spor programı eskitmiş ve nicelerinin de yayından kalkmasına tanıklık etmiş, ama o hiçbir zaman popularitesini kaybetmemiştir. Sezon başının, ilk haftalarının ve devre arasının transferlerdeki isimler kadar en çok geyiği yapılan konusudur.
Türkiye’de de tartışmasız Fenerbahçe ve Aziz Yıldırım’dır bu tartışmanın aktörleri. Ben de başka hiçbir sorun yokmuş gibi, acaba hangisi doğrudur diye düşünerekten yaz günlerimi bir bir geçirirken, metroda yakın tarihin en büyük gizeminin galiba sonucunu buldum..
Gazetemi okurken bir haber gördüm ki, tam da sorunun cevabı.. Çiçeği burnunda Ancelotti Zhirkov dışında kadroya eklenen City'li forvet Daniel Sturridge ve Boro'dan alınan kaleci Ross Turnbull hakkında " Kendilerini pek tanımıyorum, oyunculukları hakkında pek bilgim de yok ama kendileriyle çalışabilirim" diyerek olaya benim nazarımda son noktayı koymuştur. Gerçi Zhirkov dışındaki bu iki toraman belli ki uzun vadeli planlama kapsamında alınmış olsa da Ancelotti çapında bi adamdan beklemediğim bi davranış. Tabii Oligark parası yemek de başka bi şeye benzemez hani.
Yine de bu haber Ahmet Çakar’ın kulağına gitmesin ki " Antrenör karışmadan başkanın transferi yaptığı takım başarılı olsun, mayokini giyer metrobüsle Avcılar-Söğütlüçeşme yaparım " demesine sebep olmayayım, maazallah, yüreğim kaldırmaz yine böyle bir gündemi…
P.S: Kadronun 5. yazarı olarak ilk yazımla aranıza hoşgeldim demek istiyorum. Desteklerinizle kısa sürede en sevilen olup editörlüğü almam dileğiyle :)

7 Temmuz 2009 Salı

Occupation 101

İsrail-Filistin ilişkisini Batı Şeria ve Gazze özelinde irdeleyen belgesel, Stephen Hawking'in " Bilginin en büyük düşmanı cehalet değil, bilgi illüzyonudur" cümlesiyle başlıyor. 

Yapım amacı anladığım kadarıyla aynı Michael Moore, The Corporation ve Zeitgeist'cilerin de amaçladığı gibi Amerikan vatandaşlarını bilinçlendirmek. Yalnız bu bahsettğim yapımlardan farklı olarak ortaya koydukları istatistiki iddaaların altında kaynağın belirtilmesi güzel olmuş. O kaynakların çoğunun Birleşmiş Milletler raporu olması ise zaten ayrı bir cinnet sebebi. Şiddet, sosyal adaletsizlik, çürümüşlük, insan hayatının değeri gibi kavramlarla içli dışlı olmuş bu coğrafyada yaşamış, kendi özelimde genç yaşta birçok travmatik hadiseye şahit olmuş, yaşamış bir birey olarak bile bu belgeselde izlediklerim bana bile film gibi geliyorsa, elin amerikalısına nasıl bi etki yapar bilemem. Belki de bende bi sorun vardır.

Bittikten sonra da "Vay be neler olmuş" demedim haliyle. Ha bunun Güney Afrika, Sudan, Ruanda veya benzeri versiyonları çekilse eşşek gibi onu da derdim ama. Ortadaki adaletsizlik bu kadar açıkken belgeselin size katabileceği tek şey, yaşanan olayların kronolojisinin kafanızda daha sağlam oturması olacaktır. Bu getirisinin yanında sizden götürdüklerini fark etmeniz bonustur.O bonus kutsaldır,nasip olmaz herkese...

6 Temmuz 2009 Pazartesi

Bu Sene İyi Kriz Yaptı..

Yazarı olsun, okuru olsun genel profil üst tabanı 25-30 yaş olan futbol blog dünyası sakinlerinin genç yaşlarda mutlaka zevkle takip ettiği bi program olduğunu düşünüyorum 90 dakika'nın..Hatta Hıncal Uluç, Haşmet Babaoğlu ve Kenan Onuk'tan oluşan efsane trio'nun şu ortama büyük katkıları olduğunu bile söyleyebilim. Görmenin olmasa da, farklı bakabilmenin güzelliğini tattırdılar yıllarca..

Sonrasında haftasonu yayınlanan avrupa liglerinden maçlar, internet ve illa ki başka bi katalizör olan Cm etkisi ile biz merak etmeye devam edip, ilerlerken, onların geride kaldığını gördük. Mehmet Demirkol kalsa daha farklı olabilirdi belki, Mehmet Yılmaz ki onu dinlemek yerine bütün gün Selçuk Yula dinlemeyi tercih ederim, hiç yakışmadı programa. Keza bir zamanlar odamdan kaçıp koridorda sadece sesini dinlemeyi bile sevdiğim o programın son 2 yıldır yüzüne bile bakmaz oldum ki burda yalnız olduğumu düşünmüyorum. 

Haşmet Babaoğlu'nu ne kadar ciddiye almak gerek bilmiyorum ama programın ana unsurlarından biri olan Babaoğlu, şu yazı'yı döşendiyse dikkate almak gerekir. Kendi adıma üzüldüğüm bi şey yok, dediğim gibi izlemiyorum. Bazı konularda zamanında hak verdiğim, ben vermesem bile zamanın kendisini haklı çıkardığı, ama kendini yenilemediğinden şu ortamda artık çoğu zaman komik duruma düşen Hıncal Uluç'un bilinen Aziz Yıldırım söylemi yapıp yapmaması umrumda değil.  Kalsa" Rijkaard'ı ilk ben önerdim ama şimdi gitmeli"'den ve futbolu hala "Cesur ve Güzel"'e indirgemekten  başka bi şey de söyleyemeyeceği için de bi bakıma bu ayrılığın vakti gelmişti. Varsın kriz bahanesi olsun..

Bunun dışında muhteşem futbol retorikleri ve damak çatlatan analizleriyle bizi başka dünyalara götüren Gürcan, Sergen ve Küçük Hakan üçlüsünü krizin teğet geçmesi asıl irdelenmesi gereken mevzu. Kendimi bildim bileli karşımdakinin ne söylediği kadar, hatta bazı durumlarda bundan daha çok, nasıl söylediğini ön planda tutuyorum. Bu bakımdan işin Galatasaray, Beşiktaş ve Trabzon düşmanlığı, Fenerbahçe yandaşlığında değilim. Ciddi olduğunu zannedip karikatür olmaktan öteye geçemeyenlerle derdim. Eğer düşmanlık veya yandaşlık yapılacaksa bunu Mehmet Demirkol , Okay Karacan veya İbrahim Altınsay çizgisinde insanlar yapsınlar. Doğasında taraf olmanın yattığı bir olayda tarafsızlık da yalan çünkü. Bak yapmasınlar demiyorum, hobi olarak yine yapsınlar, blog dünyasında eleştiriceksek ciddiye alıp yine eleştiririz. Yeter ki ciddiye alalım.

5 Temmuz 2009 Pazar

' O ' an

 " Kimi foto-muhabir  ışıkla sarmalanmış görüntüyü aktarır, kimi de bu 'o' anda olduğu gibi görüntüyü kendi halinde bırakır ve baktıkça haykırışın duyulduğu enstantaneler yakalar. Galatasaray Profesyonel Futbol A Takımının, yeni sezon hazırlık çalışmalarını sürdürdüğü  Hollanda Tegelen kampında bu sabah yapılan antremanda objektiflere yakalanan bir enstantane. Sabri Sarıoğlu aerodinamiğin sınırlarını zorlarken.. "

Blog olarak imkanımız kısıtlı olduğu için alttan Mumbai Theme'i, üstüne de Oğuz Haksever'i veremiyoruz. Biz de en sizin kadar üzgünüz.

4 Temmuz 2009 Cumartesi

Che: Part One & Two

Ocean's Eleven'ın ardından 12 ve 13'ü batırdığından dolayı Steven Soderbergh pek hazzettiğim bir zat değil. Ha belki tanısam çok severim, o ayrı.. Yine de iki filmden oluşan seriyi iyi kotardığını düşünüyorum. Zira yaptığı işin yerine hayvani bütçeli, bol janjanlı bi iş çıkarsa herşeyden önce Che'nin ruhuna yakışmazdı bu seri.

İlk film ünlü  26 Temmuz Hareketi'ni anlatırken, İkinci filmde Bolivya dönemi  konu edilmiş. Cuba'da devrimin yapılıp, Kongo tarafına değinilmemiş zaten, Bolivya da neden yapılamadığına dair bir çok sonuç çıkmakta. Mahsun Kırmızıgül sineması gibi izleyenin gözüne sokulmuyo hiçbir şey. Eğer seri 3 film olup, Arjantin yıllarıyla başlasa çok daha güzel olurdu diye de düşünmeden edemedim.

2 Film de tek karakter ekseninde döndüğünden, aktör seçimi hem dönem hem de biyografik bir seri olması nedeniyle çok kritikken Benicio Del Toro ' cuk ' oturmuş.. Yine de ilerde birileri çıkar bunun hem öncesini hem de sonrasını çeker inancı var bende..Bi şeyler eksik kalmış, dönem filmi olarak..

Sepet Sepet Gabyon

Kimse kabul etmek istemese de, hatta çoğu kişi için adından dolayı bir makarna sosu imajı yaratsa da, doğru düzgün yapıldığında inşaat dünyasının en güzel görünümlü yapılarından birini oluşturur bu inci tanesi gibi dizilmiş sepetlerden oluşan duvarlar.

Gabyon duvarın temelinde gabyon sepetleri yatar. Bu sepetlerin boyutları dizayndan dizayna değişmekle birlikte kendisini en avantajlı kılan özelliği bildiğimiz tel örgü ayarında bir hammaddeden yapıldığından betona nazaran çok daha kolay şekil alabilmesidir. Temel prensip şudur; gabyon sepeti koy, içini düzenli (üniform) bir şekilde taşlarla doldur, geri dolgusunu yap, üzerine paralink (gabyon tabakaları arasında sürtünme etkisini artırarak tabakaların birbirinde daha sıkı tutunmasını sağlayan hede) at, diğer sepet sırasına geç...

Çoğunlukla basit işler için küçük küçük yapılırlar; ne bileyim işte dolgu tabanının erozyonunu önlemek için, geri dolgudaki silt gibi suyla temasa geçtiğinde hemen yavşayan malzemenin şişmesini tutmak, hatta mümkünse filtre özelliği sayesinde suyu süzerek şişmesini engellemek için; baraj inşaatı için gelen suyu kesmek adına küçük baraj görevi görsün diye...

Bunlar tabi basit işler amma ve lakin işin içine yüksek dolguları tutmak (yüksek dediğim 30-40 metre) gibi beton istinat duvarıyla maliyet ve stabilite açısından sorun yaratacak, çok ince hesaplar gerektirecek yerlerde başvurulduğunda ortaya çıkan yapı insanın aklını başından alacak güzellikte olabiliyor.



Bu güzelliği insanın göz zevkine sunmanız için birkaç önemli noktaya dikkat etmeniz gerekir;

--Çin'in muazzam iş gücünü elinizde bulundurmanız lazım çünkü bu sepetlere taşları elle dizmeniz gerekiyor.
--Sepetler defolu olmamalı.
--Geri dolguyu yaparken sepet yaklaşımlarında küçük silindirler çalıştırmalısınız yoksa basınçtan mütevellit (seviyorum bu kelimeyi ya) sepetler dışa doğru eğim yapabilir.
--Sepet içine koyulacak taşların gradasyonu şaşmamalı. Gidip de bir tutam deniz kumu, biraz kaya, az biraz da şundan ataymı diye doldurmaya kalkmayın. Hoş değil.

Gabyon kelimesi İtalyanca "büyük kafes" anlamına geldiğinden midir nedir, duvar dizaynlarında İtalyan şirketleri başı çeker. Elinizde imkan varsa hem görsel hem maddi hem de stabilite açısından gayet iyi iş görür.

3 Temmuz 2009 Cuma

Hedo Portland'da..(Değil)

Kaynak burda..

Sacramento Kings günlerinde ilk patlamasında karşısında olan takıma gitti büyük ihtimalle Hido.. 2. çeyrekte bench'ten girdiği maçta yanlış hatırlamıyorsam eğer (ki top çalma sayısı ve diğer istatistikler yanlış olabilir, aradım taradım ama bulamadım, aklımda kaldığı kadarıyla)  üst üste 3 top çalma 9 sayıyla bitirmişt maçıi. Hey gidi, insan bir garip oluyor..

Haber kesinleşsin daha detaylı bi şeyler yazarız... 

Ayrıca ; 1 / 2 / 3

Edit: Ters köşe olduk. İbre Torontoya döndü, takipteyiz

Ajan N'aber ?

24 yıllık bir dönemden bahsediyoruz ki Popescu'nun nesli gözlerini Çavuşesku rejiminde açmışlardır zaten. Haberi duyunca şaşırdım ki iş sadece Popescu ile bitmiyo . Hagi'nin de savunması alınmış, Hagi çaktırmadan Becali'yi işaret etmiş, Becali de " Ispatlanırsa kendimi asarım" demiş.

Süreç biraz geç ilerleyecek gibi geldi bana. Oysa " Türkiye nin en iyi ihraç malı Telegol'üdür " cümlesinin kabul gördüğü paralel evrende, olay 6 saatlik canlı yayın ile çözüldü. Bizimkiler hala uğraşşsın..

2 Temmuz 2009 Perşembe

Çifte Alternatif !?

Üstünde Liverpool forması varken nasıl Arsenal'li Babel olmuş acaba, Haldun Üstünel bozdu diyicem psikolojilerini ama bu bir spor medyası klasiği aslında.

Abdul Kader Keita Galatasaray'da

Uzun saçlı, uzun boylu yönetici abimiz sağolsun, sayesinde artık transfer dönemlerinde taraftarda oluşan Antilop tedirginliğinden, O Pires, Gallardo, Killy Gonzales travmalarından eser yok. Aslında kendime söz vermiştim bu transfer döneminde heyecan yapmamak için ama Babel ismi de çok mantıklı geliyordu ne yalan söyleyeyim.  

Fransa ligi'ni pek sevmediğimden dolayı olsa gerek tanımadığım bi adam Keita.. Tanıyanlar kendi köşelerinde yeteri kadar bilgi vermişler. Yetenek olarak referansları olumlu. Arızalı bi yapısı olduğundan söz ediliyor. Bu arıza, " ben yıldızım, ayrıcalık isterim" mantalitesi çerçevesinde olmadığı sürece bir problem çıkacağını tahmin etmiyorum, aksine bu gibi arızalı adamlardan Galatasaray'ın bugüne kadar aldığı verim ortada.. Afrika'dan gelmiş kara oğlanlarla, bizim kavruk anadolu çocuklarının arası iyidir hep.

Youtube sağolsun, gördüğüm kadarıyla oldukça süratli ve iki kanatta da oynayabilip, iki ayağını da kullanabilmekte ve sadece çizgiye hapis etmiyo kendisini. İlerisinde oynayan Baros'a bu sene kaptığı toplarla çok gol attırabilir. Kaldı ki Fransa'da bunu yapan ligimzdeki ağır adamların belinden çok su alır.Yalnız handikapı topu biraz fazla sevmesi ve Youtube videolarının büyük çoğunluğunun Lille'de forma giyerken olması. Yani rakip takımı kendi sahasında bekleyen bi takımda yıldız olmuşken, rakip takımı kendi sahasına hapseden bi takımda ne yapacağının cevabı net değil. O. Lyon bunun için tam bi referans olduğunu söyleyemem ama orda performansının düşüşü ile topu biraz fazla sevmesi arasında paralellik kurulabilir. Ama dediğim gibi, burda yaptığım yorumlar 2-3 video izlenerek yapıldığı için fikir beyan etmekten çok, soru sordurma amacı gütmekte.

Resmi sitedeki fotoğrafında kendisinden, 24 dizisinin 7. sezonunda hayatımıza giren Albay Iké Dubaku havası sezdim. Kafasını falan kazımaya çalışmasınlar. Fena olur.

1 Temmuz 2009 Çarşamba

Bir Galatasaray Ritüeli...



Hasan Şaş'sız geçicek bir sezon öncesi bunun olup, olmayacağını merak ediyordum hafiften. Paf'tan gelenlere zaten kestirip kestirmeme gibi bi seçenek sunulmadığını önceki kamplarda fonda "kelkelkelkel kafalar, gün be gün çoğaldılar" şarkısı eşliğinde, Hasan'ın elinde makina ile çocukları kovalamasından hatırlayanlar mutlaka vardır. Normal kadrodan da şimdilik sanırım sadece Emre Aşık, Yaser ve Milan Baros'tan gençlere destek gelmiş, yarın sayı daha da artabilir..