30 Eylül 2009 Çarşamba

Gana U - 20


Dün İngilizlere de 4 attılar. 

27 Eylül 2009 Pazar

Galatasaray 1-1 Eskişehirspor : Maç Değerlendirmesi


Açıkcası öncesinde bir hafta bilinen sakatların dışında tüm takım olarak antrenman yapabilme fırsatı bulmuş diri Galatasaray'ın Eskişehirspor'u, geçen senenin de hesabını kesmek isteyeceğini düşündüğümden olsa gerek, bol gol pozisyonlu ve keyifli bir maçın ardından farklı mağlup etmesini bekliyordum kendi adıma. Hatta bunların üzerine bir de Rıza Çalımbay'ın çıkarttığı kadroyu görünce daha da bi sevinmiştim.

İkinci yarıda yenilen talihsiz gol olmasa ve maçın sonlarında bir kaç daha gol bulup yine farklı galip gelsek dahi; takımın hem dinlenip hem de birlikte çalışma fırsatı bulduğu bu periyotta geçen haftalardaki söküklerini hala dikememesinin getirdiği ufak bir hayal kırıklığı olacaktı bende. Tabii ne ben bu işin uzmanıyım, ne de ligin 26. haftasındayız. Burda sadece hissiyattımdan bahsediyorum sevgili blog. Bi de aralık ayında askere gidicem. Bendeki sabırsızlık, biraz da burayla alakalı olabilir..

Bunun dışında oynana oyun olarak farklar tabii ki vardı ama bunu Nonda - Baros  seçimi ile alakalı olarak görüyorum biraz. Top 2. bölgedeyken Nonda'nın varlığı, önceki değerlendirmelerde sık sık değindiğim o kopuk görüntünün oluşmasını engelliyor.Galatasaray topu karşı yarı sahaya çok daha rahat yıkabiliyor. Ama bu aynı zamanda da oynanmaya çalışılan hızlı oyunu sekteye uğratıp, top 1. bölgeye geldiğinde verimlilik ve hız ekseninde sıkıntı yaratıyor. 

Topal - Sarp ikilisini uzun uzun anlatmaya gerek yok. Bugün işin savunma kısmında ellerinde geleni yaptılar, Eskişehirspor'un bir tane bile net pozisyonu yoktu. Hücum ve savunma hattında kurmaları beklenen köprü yine sahada yoktu ama bunun dışında Topal'ın sarı kart gördüğü pozisyon dikkatimi çekti ki aynısını maç içinde iki defa Sarp'ta yaptı. Eskinin futbolcuları, şimdinin yorumcuları bu tip pozisyonları, fizik olarak yorgunluğun reflekssel dışavurumu olarak  yorumlarlar. Linderoth için bi şey diyemiyorum ama Ayhan'ın gelmesi bu anlamda da o bölgeyi rahatlatacaktır.

Ayrıca Topal - Sarp ikilisi eleştirilirken Galatasaray'ın kadro yapısı biraz göz ardı ediliyor gibime geliyor. Zira bugun Nonda'nın yerine Baros'u koyarsak, önde oynayan 4'lüden sadece Arda'nın ayağında top tutabilip, saklayabildiğini unutmamak gerek. Keita ve Baros yapı olarak top ayaklarına geldiğinde hamlelerini bekletmeden yapan oyuncular. Durum böyle olunca Arda da ayağında gereğinden çok daha fazla top tutmak durumunda kalıyor. Bugün normalde bekletmeden vereceği birkaç pozisyonda geç kaldı bu alışkanlık yüzünden. 

Kasımpaşaspor maçının yazısını, çoğunluğun maçın en kötüsü olduğu konusunda hemfikir olduğu Caner hakkında, ki bence bugün tercih edilmemesinin sebebi rakibin oyun yapısıdır, "Savunmada biraz savruk bir görüntü çizse de Caner'in Galatasaray hücumuna getirdiği ve getirebileceği güzellikleri görmek güzeldi. " cümlesiyle bitirmiştim. O maçta 50-60 metre mesafeli atabildiği oldukça isabetli uzun toplar, Kewell ile olan uyumu çok hoşuma gitmişti. Umarım bu maç, o tip pasların ne kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılmıştır.

Şu dakikadan itibaren 1 Ekim'deki Sturm Graz maçında sahaya konulacak futbolu daha çok merak ediyorum. Zira hiçbir zaman gelen galibiyetlerin ve başarıların ardından, hatalardan ders alabilme yetisine sahip olmadık. Graz maçı, teşhisin daha net yapılabilmesini sağlayabilir.

4-3

24 Eylül 2009 Perşembe

Tanırım iyi çocuktur Vol.3

Louis van Gaal gibi altyapı denilince elinden not defteri eksik olmayan bir teknik adamın gelişi Bayern Munchen için çok önemli. Zira şu aralar Bayern'de Arjen Robben'den çok Şampiyonlar Ligi gibi yüksek düzey stresin hakim olduğu bir ortamda, hele de ilk maçta, Maccabi Haifa maçında 2 gol atarak galibiyeti perçinleyen 20 yaşındaki Thomas Müller'in ismi konuşuluyor. Böyle bir durumda da Mesut Özil faciasının üzerine bir isim daha eklemek isterim: Mehmet Ekici.

Kendisi, 25 Mart 1990 doğumlu olup şu aralar Bayern as takımıyla yer yer antremanlara çıkmaktadır. Mehmet ismini çok seven Bayern yönetimi kendisini el üstünde tutmakta, Mehmet de bunun hakkını vermektedir. Çıktığı ilk ciddi maçında Almanya Süper Kupa finalinde Bayern Dortmund'a 2-1 kaybederken takımının tek golünü Mehmet Ekici atmıştı. Bayern o gün bir kupa kaybetti ama bir yıldız kazandı.

Mehmet orta sahadan forvete uzanan yaklaşık 2500 metrekarelik alanın her yerinde oynayabiliyor. Tamam kabul etmek lazım ki forvet yetileri standartların altında ama küsüratlarla uğraşmayı sevmem o yüzden komple oynar gider o .. Asıl mevkii, "Alman Ernst" (Beşiktaş-Manchester Utd. maçını sunan spikere selam ederim) gibi defansif orta saha olmasına rağmen pas tekniğinin Jason Kidd ve yaratıcı özelliklerinin Mcgyver ayarında olması kendisini forvet arkası ya da 10.5 numara(Bu da Mustafa Denizli'ye selam olsun) olarak adlandırabileceğimiz bölgeye doğru kaydırmakta.

Yetenekli çocuk vesselam, broşüründe gördüm. Gençler seviyesinde Alman milli takımını seçmiş, Terim dizlerini dövmeye başlasın..

23 Eylül 2009 Çarşamba

Gülümse Kaderine..


yak bütün fotoğrafları 
ona ait bütün eşyaları 

bu gece ümitleri al koynuna 
gün doğmadan unut insafsızı

Organize İşler Bunlar..

Günün haberi, Komşi'den geldi..

Selçuk Parsadan'lar, Banker Bilo'lar ve Oceans Eleven'larla büyümüş bir ecdadız, bugün toplum olarak Nijeryalı Prenseslerin dramına duyarsız kalıyorsak sırf bu fazla gelişmiş reflekstendir. 

Neyse, konumuza dönelim.. 3 gün önce Vassil Levski Stadyumu'nda oynanan Sofya derbisinde CSKA Sofia, Levski Sofia'yı deplasmanda 2-0 yenerek evine döndü. Buraya kadar her şey normal.. Gariplik, maçtan bir gün öncesinde Levski kadrosunda yer alan Bulgar sağ bek Zhivko Milanov, Fas'lı tandem Youssef Rabeh, Makedon orta saha Darko Tasevski and Brezilyalı kanat oyuncusu Ze Soares'in Rusya Şampiyonu Rubin Kazan'a transfer olup Rusya'ya uçması ve orda bunun gerçek olmadıklarını öğrenmeleri ile başlıyor... (Olayın Rubin Kazan kısmı biraz parçalı bulutlu, bir kaynakta böyle bi teklifin olmadığı belirtilirken, diğerinde 4 oyuncunun da anlaşamayıp döndüklerinden bahsediliyor)

İşin pis tarafı ise, Asyanın en büyük bahis sitesi SBObet'te CSKA'ya verilen oranın 1.96 'dan 1.67 'ye düşmesi ile ortaya çıkıyor.. Zira bilmeyenler için bu oranların yatırılan parayla ters orantılı olarak otomatik olarak düştüğünü söyleyelim. Levski yöneticileri otoritelere başvurmuş, İnterpol devrede..

22 Eylül 2009 Salı

La Bombonera'dan Del Potro geçti

Herkesin bir mabedi vardır..

Kasımpaşaspor 1-3 Galatasaray : Maç Değerlendirmesi

Tam da Luciano'nun elinden bahsettiğim gün, Ali Güneş'in futbol tarihimize geçecek o kurtarışı yapması ilginç oldu. Pozisyonda hakemin görüş açısı netti ama çok da uzatmamak gerek. Bugün maç 8. dakikada kopsa böyle keyifli bir ikinci yarı izleyemecektik. 

Bir Galatasaray klasiğidir okyanusu geçip, derede boğulmak.. Ligin üst üste en sert 3 takımını rahat mağlup edilmiş, üstüne bir de Yunanistan deplasmanında Panathinaikos galbiyeti alınmış, haliyle kafalar ve fikstür nispeten rahatlamış... Eminim futbolcular maç öncesinde 6'da 0 çekmiş Kasımpaşa'nın sahaya agresif çıkmaktan başka şansının olmadığını herkesten iyi biliyorlardır.

Akıl futbolu oynadıklarını da tam olarak söylenemez tabii ki ama ilk yarıdaki oyun dışı sertliğin ardından ikinci yarı ortaya konulan karakter takdire şayan.. Çünkü maç öncesi mental olarak tam hazır olunmayan bu tür maçlarda, üstüne bir de hakem demoralizasyonu, yenilen gol ve dayaktan sonra, birçok takım ikinci yarı çıkıp cevap veremez. Geçen seneki takım veremezdi zira..

Sahadaki oyun adına tek söyleyebileceğim şey, savunmada biraz savruk bir görüntü çizse de Caner'in Galatasaray hücumuna getirdiği ve getirebileceği güzellikleri görmek güzeldi. 

Ofsayt

21 Eylül 2009 Pazartesi

Dünyayı kurtaran adam..

Dengesi, düzeni ve huzuru bozulmuş Ronaldinho, Deco ve Etoo'lu Barcelona'da yapılması gerekenleri gözünü kırpmadan yapıp, kulübü potansiyel bir yıkımın eşiğinden kurtaran bu adamın gezegenin de kurtarılabileceğine inanmasından daha doğal bir şey olabilir mi... Ama işte konu küresel ısınma olunca işşiz bir Çevre Mühendisi olarak, bu plaza çıkışlı sloganın beni ne kadar kızdırdığını anlatamam abicim. Bir sürü iyi niyetli insan da ne yazık ki sloganın arkasındaki alt metni göremiyor..Etki tepki yasasına göre işleyen bir düzende gezegeni kurtarmak..Gezegen kendi kendini kurtacak da sevgili Pep.. İyi senaryoda o günü görmeye senin, benim ömrüm yetecek mi? .. Gerçekçi senaryoda ise, o gün geldiğinde iki kişi çıkıp Adem ile Havva'yı temsil edebilecek mi ? Yoksa altyapıya dönüp, tek hücreden mi başlayacağız ?.. Muallakta olan bu soruların cevapları.

Bugün, 50 yıl içinde tamamen erimesi öngörülen Grönland ve Antartika buzullarının süresini 27 yıla düşürdük, işin güzel tarafı bu tepki hala 80 ve 90'larda havaya salınan emisyonların etkisi. Buzullar eriyince  deniz seviyesinin yükseleceğini, dünyanın ısınacağını, bozulan dengenin de yeni bir denge yaratılana kadar kaos olacağını da bir çok insan biliyor ama mesela ısınan dünya ile soğuyan deniz arasında oluşabilecek kasırga gibi doğa kaynaklı felaketlerin şiddeti, bilimadamları için bile şu an kinder süpriz.. 

Madem küresel ısınma dedik, Gezegeni değil de kendi götümüzü kurtabileceğimize inanan bilimadamları da yok değil hani. Adamlar 10 yıldan beri " kurtarabiliriz ama şimdi başlamak zorundayız ", "yenilenebilir enerji " derken,en basitinden devletler emisyon salımındaki kotayı ticarete döküp, bunu da yeşil teknolojiye geçmeyen ülkeleri özendirmek amacıyla yaptıklarını söyleyebiliyor. E o zaman böyle büyükbaşa gelen tarak, haliyle doğru orantılı olacak Pep.. 

Derbinin Tadı

City'li arkadaşın ruh hali bana, blog yazarlarından mehfer'le taksimdeki ganyan bayiinde izlediğimiz 2004 yılındaki Atatürk Olimpiyat Stadında 2-2 biten Fenerbahçe - Galatasaray maçını hatırlattı.. Öncesinde Hakan Şükür'ün kafasına çarpıp giren efsane gol, sonrasında Luciano'nun eline çarpan topa verilmeyen penaltı... Hey gidi... Derbiler güzeldir arkadaş.

20 Eylül 2009 Pazar

Modifiye Krampon



Kendine güvenen şöyle gelsin...

19 Eylül 2009 Cumartesi

15 Minutes That Shook the World (the untold story of Istanbul)

Her futbolsever gibi gerçeğini görmeyi tercih etsek de Steven Gerrard, Jamie Carragher ve Dietmar Hamann'ın da göründüğü bu filmi bu kış izleyebilicez. 

18 Eylül 2009 Cuma

Helal Olsun..

* Ali Sami Yen'de kaybedilen Hamburg maçıyla birlikte uzun zamandır bu kadar sinirlerimi harap eden maç hatırlamıyorum. Her çektikleri reboundda afakanlar bastı beni. Kızgınım ve sinirliyim ama bu post başlığının bir ironi içerdiği anlamına gelmez.

* 2002 ve 2005'i hatırlıyorum... Ve helal olsun diyorum bu çocuklara.. 2006'dan beri takımız ve en önemlisi bu. Hayal kırklığım, Hidayet'in kaçırdığı şutlar, Ömer Aşık'ın serbest atış yüzdesi veya Onan tecrübesindeki topçunun gereksiz yerde acele şut çıkarmasına değil, oyun karakterimizi sahaya yansıtamamaktan kaynaklanıyor.

* Eksik dediğimiz Yunanistan'daki rol player denilen oyuncuların 1'i dışında hepsinin böyle maçları oynama tecrübesi bizden, Hidayet dışında, çok daha fazla. Bunu da unutmamak lazım ..

* Hidayet'i eleştirirken oynadığı reklamlara, alın teri ile aldığı yüksek kontrata gönderme yapmak ancak bizim ülkemizde olur. Nba finali oynamış, sakatlığı sorulunca "arkadaşlar dalga geçiyo,konuşmayayım" diyebilecek kadar hem saha dışı hem saha içinde en ufak bi ego izi göstermemiş, sakat sakat oynamış ama önemli değil reklamlarda oynayıp, maçta kötü oynamışsa bunlar teferruat oluyor bizde. 

* Okur, Kaya Peker ve Hakan Köseoğlu başta formayı hakeden ve çeşitli nedenlerle tercih edilmeyen bir çok oyuncu var. Mirsad'lı, Okur'lu takımı hatırlayıp takım içindeki dinamikleri bilmediğimden bir şey diyemiyorum..  3 senedir savaşarak, yardımlaşarak, takım olarak bir yerlere gelmişken, şimdi önemli olan takım halinde kalabilmek.. İçinde bu kadar fazla yamyam barındıran bir kamuoyuna karşı Allah hepsinin yardımcısı olsun. 

Panathinaikos 1-3 Galatasaray : Maç Notları

* Bu maçta kaybedilecek olası puanların telafisi mutlaka olurdu. Yalnız milli maç, lig, avrupa derken Ankaraspor ile başlayıp Beşiktaş ve Pana maçlarıyla devam eden sahada tek blok olarak  görünememe hali, tam da rahat bir maç programı öncesi, şu maçın mağlubiyet ile bitme ihtimalinde gereksiz bi yıpranma sürecine girebilirdi takım.. " lig'de şampiyonluğa oynar ama avrupa çok zor" ile başlayıp Rijkaard Barcelona'sı ile Galatasaray kadrosu arasındaki kalite farkından çıkacak bir sürü adam var piyasada.. O yüzden galibiyetin bu tarafı da çok önemlidir  bence.

* Geçen seneki Benfica, Hertha deplasmanlarını göz önüne alınınca iyi oynamadığımız doğrudur. Ayhan'ın yokluğu tabii ki çok kritik ama bunun yanında geçen seneye oranla iki farklı nokta var takımda. Birincisi Rijkaard Sarp - Topal'ın önünde oynayan adamın geriye gelip kimsenin ayağından top alıp,oyun kurmaya çalışmasını tercih etmiyor (Geçen sene Lincoln'ün rolünü göz önünde bulundurun) . Bunun yanında geçen sene top, hücuma genelde Arda'nın niteliklerinden yararlanılarak yapılan sol kanat organizasyonlarıyla taşınıyordu. Rijkaard bunu da tercih etmiyor. Haliyle Ayhan'ın yokluğunda bocalıyoruz.

* Elano iyi oynadı. En sevindiğim taraf arkasındaki ve yanındaki oyuncularla özellikle ilk yarıda  sık sık konuşması ve  gereketiğinde uyarmasıydı. Emre Aşık'a bu tip tempolu maçlarda her zaman güvenebileceğimizi bir kez daha gördük. Açıkcası kale önündeki asistan hakemler nedeniyle bu maçta ondan penaltı beklemedim dersem de yalan olur.

* Emre Güngör kalbimi kırmaya devam ediyor. Problem nedir ne değildir bi fikrim yok ama daha 25 yaşında olan Emre için belki de uzun bir rehabilitasyon dönemi gereklidir. Havada, karada ve denizde 7/24 Gökhan Zan'a tercih ederim Emre'yi.

* Son kaydırmayla beraber ideal 4'lüsünden bir Sabriyle oynayan defans bloğumuz yine iyi iş çıkardı. Ten Cate Beşiktaş maçını izleyerek mi aralara oynamak istedi, yoksa Zan ile Servet'in eksikliğinden mi bu kadar zorladı bilinmez. Temel düzeni arkada geniş alan bırakarak toplu hücum olan bu takımda Uğur Uçar, sanırım hızına güvenemediğinden çizgi defansta tedirgindi. kendisine biraz fizik katması şart ama her şeye rağmen gerçekten üst düzey bir oyun görüşü var Uğur'un. 

* Son olarakta, oyunda farkı bulduktan sonra yenilen baskıdan dolayı kapanma durumunu çok iyi top tutabilen Nonda ile aşmak öncelikli bir alternatif olarak düşünülmelidir bence. Zira aynı problemi daha düşük seviyede de olsa yaşadığımız Ankaraspor maçında farkı yaratan Aydın ve Kewell'dan ziyade Nonda'ydı.

17 Eylül 2009 Perşembe

Berkin Arslan..

Aslında 'Tanırım iyi çocuktur Vol.' başlığı altında da yazabilrdim bu yazıyı ama çok da tanımıyorum Berkin'i. GS TV sağolsun A2 Lİgi kapsamında yapılan maçları verdiklerinden Serdar Eyilik, Emre Çolak, Cem Sultan, Semih Kaya gibi isimlerin dışında; artık Murat Akça, Caner Öztel ve Anıl Dilaver de bilinen isimlerden oldular. Beşiktaş ve Kasımpaşa ile yapılan maçları izleyenlerin radarına ise daha önce sakatlık nedeniyle oynayamamış  Berkin Arslan'ın yakalanmaması imkansız.

Berkin'i gerek fizik, gerek oyun yapısı olarak benzettiğim futbolcular var. Tanınmayan genç bir topçuyla ilgili yazarken insan, okuyanların kafasında bi fikir oluşması için, bu tip benzetmelerden yararlanma ihtiyacı hissediyor ister istemez. Ama onların açısından bakarsak 17-18 yaşındaki çocuklarla ilgili yapılan bu tip benzetmelerin, özellikle ülkemizde, çok büyük haksızlık olduğunu düşündüğümden benzetme yapmadan anlatmaya çalışacam. 

Fizik açından güçlü gibi görünüyor, özellikle beşiktaş maçında gördük bunu ama bence bu biraz da anatomik yapısı ile alakalı. Gövde uzun, bacaklar Arda Turan kadar olmasa da kısa.. Top kontrolü ilk dikkatimi çeken özelliğiydi. Sol ayaklı yanılmıyorsam ama iki ayağının dışını da gerek top kontrolünde, gerek pas dağıtımında kullanabiliyor (aynı özellik Emre Çolak'ta da mevcut). Topla gayet hızlı ve dikine ilerleyebiliyor, araları da  gayet iyi görüyor. Bu arada boyu da 1,70 civarlarında... A2 maçına denk gelenlere, Berkin'e dikkat etmelerini tavsiye ederim, oldukça potansiyelli bi çocuk.

Jose..

Bu video 2 yıllık, üstelik baya da biliniyor. Ama ben, ancak dün gece İnter - Barcelona maçından sonra denk geldim. Elime yapışmıyo ya bloğa atayım dedim. ilk 40 saniyeyi görmezden gelebilirsiniz. 

Bu arada hala Youtube'a giremeyenler varsa , Hotspot Shield diyor, susuyorum...

16 Eylül 2009 Çarşamba

Chelsea - Porto maçının yıldızı..

Besiktas:0 - Manchester United:1

Dün akşamki maç haftasonu oynanan Bursaspor-Fenerbahçe maçının hemen hemen aynısı gibiydi. Bir tarafta sürekli saldırmaya çalışan, topla oynayan, birşeyler üretmeye zorlayan fakat hiçbir şey üretemeyen Beşiktaş, diğer tarafta ise rakibin oynamasına izin veren ama pozisyon vermeyen, üstüne de aradaki kalite farkiyla golü bulan bir Manchester United.

Lige kötü başlayan Beşiktaşlı oyuncular bu maçı alarak taraftarlarını biraz da olsa sevindirmek istiyorlardı, maça kendilerini bu şekilde motive ederek hazirlandıklari çok belliydi ama sadece maça çok iyi motive olmak son 2 yılda 2 CL finali oynayan Manchester'ı yenmeye yetmiyor malesef. Bundaki en onemli sebepte Beşiktaş ön hatttın tamamının formsuzluğuydu. Denizli bu maça da farklı bir 11'le baslamıştı, ilerde bu sefer Nihat'a kulübe yolu gözükürken, sahaya çıkmak Nobre'ye nasip olmuştu. Orta sahada ise Fink'i düşünmeyip, daha çok golü istediğini gösteriyordu Denizli fakat son 3 maçta Genclerbirligi ve Gaziantep'e gol atma becerisini gösteremeyen forvetlerden Manchester'a karşıda çok fazla bir şey beklemek doğru değildi.


Maçta iki takım da 90 dakika boyunca kontrollü oyun sergilerken, Beşiktaş gol için daha istekliydi, fakat gol pozisyonu olarak ne Beşiktaş ne de United net bir fırsat bulamadan maçı bitirdiler, zaten futbol kalitesi olarakta belkide son yılların en sıkıcı maçlarından birini izledik (Sampiyonlar Ligi maçından ziyade lig maçlarından birine benziyordu). Maç boyunca Beşiktaşlı oyuncular toplamda rakipten 7 km fazla koşarak, Manchester United'li oyunculara beklentilerin üzerinde cok iyi bir hücüm pres uygulayıp, alan savunmasında ellerinde geldiği kadar boş alan bırakmamaya çalıştılar (ozellikle 50-65.dk'lar arasi), gerçi bu 7 km'lik farkta Manchester'lı oyuncuların kendileri çok koşmadan, topu arkasından Besiktaslıları akıllı ve bilinçli şekilde koşturmaları da bir diger etkendi.(United'ın bu sene ligde yaptığı karşılaşmlarda attıkları gollerin çoğunun 70' den sonra gelmesi tesadüf değildi) Oyunun gidişatı beraberlik gibi gözükürken, iki hoca da oyuncu değişiklerine gitti, Sir Alex Ferguson taktiğini değiştirip forveti Berbatov ve Owen'la çiftlerken Mustafa Denizli, taktiğini değiştirme gereği duymayıp sadece oyuncularını değiştirmekle yetindi.( Bu aşamada şahsen Yusuf yerine Nihat'ı beklemiştim) Denizli gol için daha da bastırmak zorunda kalan Manchester'ı Yusuf'la biraz açabileceğini, Ceza sahası önünde üretkenliğin sıfıra yakın olduğunu düşünerek olacak ki, diri Yusuf'u ikinci yarida oyuna alarak Beşiktaş'ın sol kanadını 70 yaşına çıkararak (Yusuf ve Ibrahim 35'er yasindalar), kanadı Valencia'ya teslim ettiler, üstüne de Yusuf Beşiktaş formasıyla gördüğüm en kötü oyununu ortaya koyunca Kara Kartal bir kanadı kırık mucadele etti. Forveti ikileyen, bir şeyler yapmaya calışan Manchester maçın sonlara doğru Playstation'da benim de diğer blog yazarlarımıza sıkça attığım tarzda şanssız bir golle Scholes'un kafasından gölü buldu ve maçı kazandı.

Maçın en iyisi Beşiktaş'ı orta sahada tek başına savaşarak oyunda tutan Alman Ernst'ti, özelikle defansif anlamda üstüne düşeni fazlasıyla yaptı, tek eksisi ise kalabalık orta sahaya karşı yaptığı pas hatalarıydı, ama bunlar bile maçın en iyisi olduğu gerçeğini değiştirmedi. Beşiktaş'ta Ferrari, Manchester'da da Vidiç ve Valencia maci çok iyi tamamlayanlardı.

Seyirciye gelirsek; sanırım üstüste alınan kötü sonuçlar nedeniyle maça pek fazla inanmıyorlardı ve UEFA'da maç öncesi pankartlarını toplatınca, 50.dk'ya kadar oyuna küstüler ve takımlarını alışkın oldugumuz şekilde desteklemediler(Tv karşısından bana öyle gelmiş de olabilir tabii ama Bu yorumda referans olarak Liverpool maçını aldığımı belirteyim). Ama sonrasında gol yenilinceye kadar tek kelimeyle müthiştiler.

Bu sene Barcelona'da..

..bu sahneye alışsak iyi olur.

Zlatan İbrahimoviç - 1,95m   

Bojan Krkic - 1,69m              

Messi- 1,69m           

Dani Alves - 1,73m

İniesta - 1,70m                         

Xavi- 1,70m                              

15 Eylül 2009 Salı

Kral Kenny & El Nino

Liverpool F.C adlı çınarın gölgesinde büyümüş, zamanla sadece kulüp için değil dünya futbolu adına da efsane olmayı başarmış topçular çoktur. John Benjamin Toshack, John Barnes, İan Rush, Robbie Fowler, Alan Kennedy, Bruce Grobbelaar, Steven Gerrard, Sami Hyypia, Roger Hunt, Ian Callaghan, Phil Neal, Gerry Byrne, Jimmy Case, Graeme Souness, David Fairclough ve nice nice koçyiğit.. Şüphesiz hepsi Anfield'da çok sevildi. Ama Kop'un sadece bir kralı vardı. O kral, Kenny Dalglish'ten başkası değildi.  

71' de Bill Shanky'nin 35 bin sterline transfer ettiği Kevin Keegan, 77 yılında Hamburg SV'ye 500 bin sterlin karşılığı transfer olurken, Liverpool Celtic'den, o güne kadar  204 maçta 112 gol atmış, Dalglish'e 440 bin sterlin vererek İngiltere'de dönemin transfer rekorunu kırıyordu.Takıma katılan İskoçla beraber Liverpool; 6 lig, 3 avrupa kupası sahibi oldu.  Buna 78 yılında Wembley'de oynanan Avrupa Kupası finalinde Club Brugge karşısında maçın tek golünü atarak, kupayı alan ilk ingiliz ekibinin Liverpool olma şerefini tattırmasının yeri ayrıdır.

Yanılmıyorsam Nisan ayından itibaren tekrar kulüp bünyesinde çalışmaya başlayan Kenny The King hakkında bir kaç anektoda da 25'lik Fernando Torres'in çıkardığı kitabında rastlamak mümkün. 

Sonuçta benimle aynı yaşta olan bi adamın otobiyografisini almak gibi bi girşimim olmadı tabii ama Miror sağolsun. İki kısım yayınladılar şimdiye kadar. İlk bölümde Ada'ya uyum problemlerinden bahsetmiş, ikinci bölüm ise Dalglish hakkında çok şey anlatıyor. Bu yaşta Kitap çıkarma furyasına hiç bir anlam veremesem de zaten çok sevdiğim Torres'i daha da bi sever oldum. 

İki cümle atıyorum aşşağıya. Rezil etmemek için de hiç çevirmeye kalkmadım.

"You can only ever be a legend in someone’s mind. So long as you never become a legend in your own, there’s no problem. People want to pigeon-hole you, Fernando: they want to label you, rank you, judge you and compare you to others. But all that really matters is that you are yourself."

“I’ll never forget the last piece of advice he gave me, as we were leaving the restaurant. Just as he went out of the door, the greatest player in the history of Liverpool turned to me and said: ‘Fernando, Liverpool is a special club with special fans. They love those players who love wearing their shirt. But they’re not stupid: they know when players mean it and when they don’t; they know when it’s just for show – when a player kisses the badge and all that. They love to identify themselves with the players out on the pitch and I think they’re going to identify with you very, very easily.’  What an honour.

Fed - Error


Sahur gecelerinde nice insanı uykusundan edip, tenise doyuran Us Open 2009, epik bir finalle sona erdi.. Oyunun gelmiş geçmiş en büyüğü, Martin Palermo'nun arkasındaki 88' li Boca Juniors taraftarına iki tie break kaybederek boynunu büktü.. 3-2 ( 3–6, 7–6, 4–6, 7–6, 6–2 )

14 Eylül 2009 Pazartesi

Bursaspor:0 - Fenerbahçe:1

Bu sezonun Anadolu takımları bazında Trabzon ile en zorlu deplasmanlarından biri Bursa. Genç, çok koşan, savaşan kadrosuna ek ateşli seyircisiyle her takım için zorlu olabilecek bir yer (evindeki son maçınıda geçen sene Kasım'da Ankaraspor'a kaybetmiş, neredeyse 1 yıldır yenilgi yüzü görmemiş). Dün akşam bu atmosferde Fenerbahçe sahada iyi futbol sergilemese de, iyi savaşarak, kontrollü defans yapıp rakibe neredeyse pozisyon dahi vermeden sonuca gitti ve maçı 1-0 kazanmasını bildi. İyi futbolu sonuca tercih edenlerde olabilir ama bu seferlik alınan 3 puan için kötü futbola razıyız (zaten Daum'da razı olduğunu attığı golün üstüne yatarak gösterdi).



Daum savunmanın göbeğinde Lugano ve Bilica ikilisini bozmak istemeyince yol yorgunu olan Andre Santos'a kontenjan sebebiyle kulübe gözüktü. Andre Santos'un yerine Vederson, cezalı Emre'nin yerine de Mehmet Topuz'la başladı Daum. Vederson ilk yarıda vasatı aşamazken (ikinci yarı sol bekte daha iyiydi) Mehmet Topuz ise beklenenin üstünde bir performans sergilerken Emre'yi çok fazla aratmadı. Savunmanın üç adamı çakılı, Gokhan Gönül ise eski maçlardaki kadar çok ve etkili olmasa da ileri doğru bindiren tek savunmacıydı (bunun sebebi Gökhan'daki fiziksel ve mental yorgunluk). Bunun dışında Cristian'ın ortasaha çizgisini geçmemesi (bu adam her geçen gün Selçuk'laşıyor), Mehmet Topuz'un daha defansif kullanılmasi ve kanattaki defansif özellikli Vederson'un hücuma gereken katkıyı yapamamasıyla Fenerbahçe devre boyunca etkisiz gözüktü. Bursa daha çok top çeviren, paslaşan, hücum varyasyonları deneyen takımdı ama onlarda son vuruş ve son paslarda başarılı değillerdi. Gol tam da ekran başında veya stattaki bütün Fenerlilerin Guiza'ya söylendiği anda Alex'ten geldi, Alex eski günlerine dönen Guiza'ya 'bak matador kardeşim topa önündeki bunca adama rağmen hiçbirine çarptırmadan ve kalecinin uzanamayacağı yere bu şekilde vurulur' diyerekten vurdu ve şık bir gole daha imza attı.



2.yarıya ilk yarıdan farklı olarak Bursa seyircisinin 3 dakika boyunca Fenerbahçeli futbolculara ve seyircilere yaptığı küfürlü tezahüratlarla girdik, bunun dışında her şey ilk yarıdaki gibiydi. Bursa yine baskılı gözüken taraf fakat son vuruşlarda beceriksizlerdi ve neredeyse pozisyona dahi giremeden maçı bitirdiler. Bundaki en önemli sebep ortadaki Lugano ve Bilica'nın iyi performans göstermeleriydi, gerçi ikisi de en iyi oldukları ortamda oynadılar, takım olarak arkaya yaslanılan, arkada geniş alan bırakılmayan sistemde ikisi de her zaman çok başarılı olurlar. Ama geniş boşluk bırakılan maçlarda maç sonu daha çok hüzün olur gibi. Daum'un maç öncesi Bursaspor'u kafasında Werder Bremen'mişçesine büyütüp, kendini korkutması yaptığı degişikliklere de yansıdı. Guiza-Deivid (Semih'i almamasındaki en önemie etken Deivid'i forvetten ziyade orta sahanın içinde kullanma düşüncesiydi) ve Mehmet Topuz-Selçuk değişiklikleriyle iyice savunmaya çekilip skora korumaya calıştı, hatta son 10 dakika kaleye en yakın isim olarak Alex oynadı. Skorun bu şekilde olmasının en önemli sebebi ise tartışmasız aradaki kalite farkıydi. Milli maçlarda beğendiğim Sercan ise, dünkü Fenerbahçe kapalı savunması karşısında çok etkisiz kaldı, eğer kendisi büyük takımda oynamak istiyorsa her zaman karşısında toplu halde kapanacak, geniş alan bırakmayacak takımlara karşı oynayacağını, yani her maçın bu maçtaki gibi geçeceğini bilmeli, bu yüzden kendini birazda bu konuda eğitmeye calışmalı.



Ayrıca geçen haftalarda yönetime tavsiye olarak ilettiğim, Emre Belözoğlu'nun acilen 'Sinir Kontrol Yönetimi' terapilerine gönderilmesi talebimi genişletip, tüm takımın 'Toplu/Grup Sinir Kontrol Yonetimi' seanslarına gönderilmesini tavsiye ediyorum. Tamam hakem her ne kadar da elinde sarı kartıyla gezip, ilk 30 dakikada Fenerbahçeli futbolculara yaptıkları 3 faul karşılığında 4 sarı kart verdiyse de futbolcuların daha sakin olmaları gerekmekteydi. Sarı lacivertliler için tek teselli hakemin kartlar sonrası futbolcuların toplu tepkilerine karşılıksız kalması ve kırmızı çıkartmamasıydı.

13 Eylül 2009 Pazar

Galatasaray 3 - 0 Beşiktaş: Maç Değerlendirmesi

Basın toplantısında Mustafa Denizli'ye  "Ön tarafta daha güçlü oyuncular yerine neden Nihat, Yusuf, Tabata ve S. Özkan " diye sorulduğunda hoca, bu kadronun daha efektif olacağını düşündüğü söyledi. Bu dörtlünün yalandan tandeme yaptığı baskı Galatasaray'ın oyun setlerini kanatlardan zorlanmadan kurmasına olanak sağladı. İlk 5 dakikada da bu sayede Galatasaray topu Beşiktaş yarı sahasına gerçekten çok güzel ve çok rahat taşıyabildi. 

Mustafa Denizli ikinci yarı yaptığı değişiklikleri, dünkü postta izah etmeye çalıştığım mantıkta oyuna başlarken tercih etmesi ve eldeki teknik topçuları maçın gidişatına göre oyuna sokması bana daha akılcı gelmişti. Zira ilk yarıda Beşiktaş'ın topa daha fazla hakim olması kimseyi yanıltmasın, erken bulunan gol biraz da Mustafa Denizli'nin şansı olmuştur bana göre. 5 dakikalık oynanan futboldan bu çıkarıma varmak yanlış olabilir ama gol için saldıran Galatasaray'da Sabri ve Keita'nın karışında maça başlayan Yusuf ile İsmail'İn yaratabileceği baskıdan bahsetmek, teoride bile olsa, biraz komik kaçar. Beşiktaş cephesinde yaslanan Galatasaray'a karşı araya atılan toplarla etkili olma planının ilk yarı sonucu, yanlış hatırlamıyorsam, yedi tane açık ofsayttı.

Milli maç aralarının her takıma olan etkisi aynı değil. Gerek yorgunluk, gerek daha saha içinde oturmayan bir sürü şey varken bu aralar sonrası takımdan tempo anlamında çok fazla beklenti içinde olmamak lazım. O yüzden 2. gol gelene kurulamayan saha içi organizasyonunu biraz da buna bağlanmalı.. Ankaraspor maçında beğenmediğim Topal - Sarp ikilisi bugün daha toplu oynadı. Sanırım bunun sebebi Ankaraspor maçında Ayhan'ın görevi Topal'da iken, bugün bu görevin yapı olarak daha uygun olan Sarp'a verilmiş olmasıydı. Yine de Ayhan'ın rahatlığını yaşatmadılar, özellikle ikinci yarı Fink'in girmesinden sonra 2. gole kadar kötü oynadılar. Pana maçı öncesi rahatsız eden en önemli bölge burası.

Her şeye rağmen "ciddi rakip" efsanesi de temiz bi skorla yıkıldı. Galatasaray'ın ekonomik oynayarak Beşiktaş gibi bir takıma karşı 3 gol bulması, goller nasıl gelmiş olursa olsun, önemlidir . "Ciddi rakipler"in iyi top oynamadan da yenilebildiğini bir kez daha gördük. Hakkını vermek lazım; iyi oynamayan, yorgun olan takım defansta son derece disipllinliydi. Özellikle Hakan Balta bu kadar kötü oynarken bile çizgi defans stratejisinin, 1 pozisyon dışında, sorunsuz uygulanabilmesi uzun süredir birlikte oynamanın meyvesi. 

2 sene öncesine kadar 60 da oyundan düşen kaptanın fiziksel olarak kaydettiği aşama ortada da olsa, sanırım kimse bu maç ondan ciddi performans beklemiyordu. Elano, Aydın gibi opsiyonlar hazır olsa oynayacağını bile sanmıyorum. Bugün ilk golden sonra orta sahanın kaybedilmesi biraz da bu sebeptendi. Keita ve Arda'nın çıkması , Barış'la Elano'nun girmesinin ardından Barış'ın ortaya çekilip, Elano'nun sol kanatta devam etmesine de biraz şaşırdım açıkcası. Ben o değişikliklerden sonra 4-4-1-1 dönüleceğini sanmıştım Rijkaard tercih etmedi. Ama Elano'nun ikinci yarılarda girdiği oyunlarda supporter olarak denenmesi güzel sonuçlar verebilir. Ayrıca Premier Lig imzalı 3. gol de çok güzeldi.

Transfer döneminin son günlerinde kadroya eklenen Caner'in gelişi biraz sessiz olmuştu. Bu maçta kalitesine dair kendini hatırlatan bir kaç hareketi bekleneneden daha yararlı olacağının sinyalini verdi. Sabri'nin ,yine maç içinde ikinci yarı bir iki pozisyonda dengesini kaybetse dahi, kafasını kaldırıp, kontrollü oynamak için çabalaması son 3 maçta takım adına en büyük artıdır.

Son olarak maçın ardından Rıdvan'ın Leo Franco hakkında fikir sahibi olması için yeterli malzeme çıkmıştır diye umuyorum. 

12 Eylül 2009 Cumartesi

Like Mike..

Hall Of Fame'in 50. yılında majesteleri; John Stockton, David Robinson ve Jerry Sloan ile birlikte kulübe katılıyor.. Bana da en sevdiğim Jordan reklamı ile esas duruşa geçmek düşüyor.

Galatasaray - Beşiktaş: Maç Öncesi

Malum milli maç arasında futbola susadım açıkcası, hele bi de yılın ilk derbisi olunca bi değerlendirme yapamadan duramadım..

Milli maç araları Galatasaray'a iyi gelmiyor bir süredir. Yorgunluklar, sakatlıklar bi yana her sezon başı savunma ve hücum organizasyonları tam oturmadan verilen uzun aralar takımın yerinde saymasından çok kaldığı yerden bir adım geride başlamasına neden oluyor.. Beşiktaş cephesinde ise kötü giden süreçte, ki bence bu kötü gidiş çok sonuç odaklı ve abartılıdır, bu tür araların geçen seneden de hatırlanacağı gibi iyi geleceğini düşünüyorum..

Bu sene Antep, Kayseri ve Ankara maçlarında rakip takımların önce önde basıp, sonrasında takım olarak Galatasaray'a karşı geriye yaslandıklarına şahit olduk. Ayhan'ın olmadığı Ankaraspor maçında Topal- Sarp ikilisinin Ayhan'ın görevini kotaramadıkları da gözüktü. Bu yüzden ortada Ernst- Fink gibi sağlam bi ikiliye sahip Beşiktaş'a karşı daha da zorlanacaklarını tahmin etmek zor değil.

Bana göre maçın en büyük soru işareti Beşiktaş'ın nasıl oynayacağıdır... Zira Denizli, Rijkaard'ın aksine rakibe göre taktiği, dizilişi, hatta oyun felsefesini değiştirebilen aynı zamanda da bu tür derbi maçlarında, bazı istisnalar dışında, son derece garantici oynamayı tercih eden bir teknik adam. Yağmur nedeniyle ağır olacak Sami Yen'de rakibini nispeten yorgun yakalamışken ileri uçta tandem elemanlarına baskı yapması için Serdar Özkan-Nihat, Holsoko- Ekrem ikilileri arasında yapacağı seçim kritiktir bu anlamda..

Galatasaray'da milli maç öncesi yüksek olan moraller, Bosna maçının ardından takımda bulunan milli seviyedeki yerliler nedeniyle tahminen düşmüştür. İleri uçtaki Arda, Baros haliyle yorgun olacak. Çok yıprandığını düşünmediğim Keita ise, şu maç kuru sahada oynansa tahminen maça 11'de başlayacak İbrahim Üzülmez'e ikinci bir Sergio Ramos travması yaşatabilirdi ama drenajının mükemmel olmadığını bildiğim Sami Yen'de sahaya hangi şartlarda çıkılacağı muamma.Gerek fiziksel gerek mental olarak tek hazır isim Harry Kewell gözüküyor. Keita ve Kewell'ın dışında en son 4-2 biten Şili maçında oyuna sonradan girip 10 dakikada 2 golü hazırlayan Elano'nun ve uzun zamandır şans bulamayan Barış'ın ciddi fark yaratabileceğini düşünüyorum.

Neticede topun yuvarlak olduğu bir spordan bahsediyorsak tahmin yapmak abesle iştigal olur ama milli maç arasından önce yapılabilcek potansiyel bir maçta kesin favori Galatasaray iken bu şartlarda maç öncesi Galatasaray geçen haftalara oranla biraz ters ayakta yakalanmış görünüyor. Mustada Denizli o çalımı atar mı veyahut Galatasaray erken bulduğu bi gol sonrası Beşiktaş'ı İnönü'ye farklı bi mağlubiyetle yollar mı, izleyip görücez ..

Bu arada Aydın'ın Ümit Milli Takım'da Beşiktaş'a karşı oynatılıp, darbe sonucu sakatlanması da ayrı bir skandaldır..

10 Eylül 2009 Perşembe

Bosna Hersek 1-1 Türkiye: Why ??

Açıkçası şu lanetli iki günün ardından hiçbir şey yazmak gelmiyor içimden, zira bugün kazansaydık veya ne bileyim çıkıp adam gibi topumuzu oynayıp da yenilseydik yine bir şey yazmayacaktım ama yayıncı kanalından, teknik direktörüne.. Kenarda aslan görmüş antilopa dönen yancılardan, berbat bir maç yöneten hakem üçlüsüne kadar bir çok şey zaten bozuk olan psikolojimin içine ettiler, tutamadım kendimi..

Sahaya dönelim; karşımızda fizikli, disiplinli, ne yapıp ne yapamayacağının gayet farkında olan balkan ekolü temsilcisine karşı sahaya sürülen 11, golü bulmak üzerine kurulmuştu.. Gol erken gelince bozulduk, ortada tek direnç unsuru Emre de saçma sapan bi kart görünce toparlayamadık. Tabii skor üzerinden konuşmak kolaydır elbet ama Estonya maçında sakatlığından dolayı son anda 11'e dahil olup hiçbir şey yapamayan Hamit'i ve en azından böyle kalıplı bi takıma karşı başlatmak, duran toplardaki artısını da hatırlatıp Ceyhun yerine belki daha az teknik ama çok daha savaşcı bir Mustafa Sarp ile başlamamak düşündürücüdür.

Gol erken gelmese, B planı, sanırım, sadece golü atmak değil gol yemek üzerine kurulmuş takımımız bu kadar ruh karartıcı bi görüntü vermezdi. Rakibin yapısı gereği fiziğin gerekli olduğu yere teknik, tekniğe ve hıza ihtiyaç duyduğumuz yerde nispeten kalıplı Semih ile başlayınca oyundan koptuk. Saha içi organizsayon bozulunca savunmada tandem önüne geleni şişirdi, haliyle kafa topu alamadık. Hücumda rastgele bulduğumuz pozisyonlarda dönen topları tutamadık.

Hoca için fazla bi şey söylemeye gerek yok. Her maçta hakemleri taciz etmesi gelenek haline gelmiş, sıkmıştı... Maç sonrası yine agresif açıklamalar ardı ardına gelmiş... Euro 2008'in ardından içinde özür mealinde bir yazı bulunan İsviçre'li Blick gazetesi ile yaptığı toplantı geliyor sürekli aklıma.. O mutlu günde kendi adına dilemesi gereken özürü unutmuştu, ama eminim o gazeteyi evde duvarına asmayı unutmamıştır..

Ama işte çok da bi şey diyemiyorum Terim'e. Birkaç aklı başında adam dışında basında çıkacak yazılara bakın yarın, internete girin sözlüklere bakın.. Aynı kaybetmeyi hazmedemeyen (bunu iyi anlamda kullandığım sanılmasın), agresif ve dengesiz ruh halini gözlemleyebilrsiniz rahatlıkla. Dün, bugünün geleceğini bilerek Messi ile özellikle karşılaştırılan Arda için, Gökhan Gönül için söylenenlere ve söyleneceklere bakın.. E o zaman yarın Fatih Terim çıkıp, "I am jack's broken heart.. i am jacks's overwhelming rage." dese, kim ne diyebilir..