31 Ağustos 2009 Pazartesi

Ankaraspor 0 - 2 Galatasaray : Maç Değerlendirmesi

Önce Kayserispor, şimdi Ankaraspor ve haftaya da Beşiktaş.. Ligin 2-3 senedir en sert 3 takımı ile karşılaşıyor Galatasaray. O yüzden Galatasaray'ın hakkında bi şeyler söylemeden önce Ankaraspor'un hakkını vermek lazım. Zaten Özer Hurmacı kaybının ardından bile şu 3 haftalık periyotta ligin kalburüstü takımlarından biri olacaklarının sinyalini vermişlerdi. Ediz ile Mehmet Çakır'ın Ankaragücü'ne hibe edilişi, bu birleşme olayından ötürü de ekstra motive olacakları belliydi..

Maçta da geçen hafta Kayserispor'un yaptığı önde basma stratejisini alan daraltarak etkili bi şekilde yapıp, Galatasaray'ın üstünlük kurmasına izin vermediler.  Galatasaray'da maça iki tane saf libero ve önlerinde takıma tam uyum sağlayamayan Elano ile başlayınca bu alan daraltma stratejisi başarılı oldu. Bu durumda o kopukluğu ileri çıkarak bi nebze düzeltebilecek olan Sabri sol kanatta iyi anlaşan Aydın Bilal ikilisini karşılamak durumda kalınca kopukluk temposuzluğa, temposuzluk fidana, fidanlar ağaca dönüştü ister istemez cimbomumda... Bu arada ayakların altından kaçan topların, durarak oynamaların ve 60-70 metrede oynanan futbolun altında yatan nedenlerden birinin de Ankaspor'un içinde bulunduğu kaotik durumun getirdiği rehavet olduğunu da açıktı. 

İkinci yarı ben şahsen ilk ihtimal Topal'ın yerine Arda'nın gelip, sol kanada çıkacak Topal yerine gelecek Kewell değişikliği ile başlanabileceğini (Arda ile Elano'yu ortada görmeyi istediğimden olsa gerek) veya en azından Barış Özbeğ'in ekleneceğini ummuştum. Rijkaard bunun yerine aynı kadroyla sahaya çıkıp, kanatlarda oynayan Keita ile Elano'ya içeriye yaklaşın demiş sanırım. İkinci yarı Sabri Bilal'in de ortaya geçmesi ile ileri daha fazla çıkma şansı buldu. Ama malesef üretkenlik duran topta atılan klasik Harry Kewell gole kadar zayıftı. Bunda ileri atılan topları ayağında tutmakta başarılı olamayan Baros'un da rolü büyüktü..

Emre Aşık iyi gününde değildi. Zaten yapı olarak hareketli futbolculara karşı şu yaştan sonra çok performans beklememek gerek. Ağır oyunculara karşı 40'ından sonra bile yine aynı performansla oynayacağından şüphem yok ama.. Aydın Yılmaz üstüne koyarak devam ediyor. İnsanlar onu hala Konya maçı ile hatırlamaya devam etsinler..

Kondüsyon, duran top organizsayonları, rotasyonun hazır olması ve golü bulduktan sonra oynanan oyun çok olumlu.. Ama bunun bu maç sadece Ayhan'ın eksikliği veya Elano'nun hazır olmamasıyla tavan da yapsa Ayhan ve Arda'lı 3'lü de bile orta alandan kaynaklanan eksiklikler de göz önünde. Zamanla oturacağı inancındayım ama Beşiktaş ve Pana maçları öncesi keşke şu milli maç araları biraz bize de yarasaydı iyi olurdu diyorum sadece..

Son olarakta ilk yarıda Baros'un rakibi kırmızı yapmak için kendini atması çirkindi. Hani ilk olayı da değil. Bence teknik ekip tarafından uyarılmalı..

Fenerbahçe: 2 - Manisa: 1

1995 yılından sonra lige ilk defa 4. maçında çok zorlanarak da olsa 4’te 4 yaparak başladı Fenerbahçe. Maçı izleyen taraflı tarafsız herkesin maçın hakkının beraberlik olduğunu, galibiyet olcaksa da Manisa’nın galibiyetinin olmasında hemfikirdir. Ama futbol işte bu, garip oyun sonuç hiçbir zaman belli olmaz.

Daum sağ bekte Gökhan Gönül’ün yokluğunda ilk defa ilk onbirde şans verdiği Bekir’le başlıyordu oyuna, geri kalan 10 kişi ise alışkın olduğumuz klasik kadroydu. Ama Gökhan’ın sahada olmaması hem hücumda hem de savunmada Fenerbahçe’nin sağ kanadını kırıyordu, özellikle insanın gözü sağ kanatta Gökhan Gönül’e alışınca, yerine Bekir’i izlemek insanı maziye götürüp, Fatih Akyel’li, Serkan'lı sağ kanadı hücumda hiç işlemeyen günleri hatırlatıyordu (Gökhan'la Bekir arasındaki fark en az renkli ile siyah beyaz televizyon arasındaki fark kadar netti). Bekir’in geçmiş maçlarını pek bilmediğim için tam kesin bir şey söylemeyeceğim ama bu adamın oyunu bu şekildeyse bu adam kesinlikle Fenerbahçe’nin oyunucusu değil, ama yine de kendisine stoper pozisyonunda da birkaç maçta şans verdikten sonra değerlendirmek, kesin yoruma ulaşmak daha doğru olacak gibi. Halbuki Daum’un burdaki tercihi öncelikli olarak Önder, ikinci alternatif olarakta Mehmet Topuz olmalıydı (Herr Daum ilk hatasını bu seçimde yaptı).

Gökhan’ın yokluğu 3-4 maçtır iyi gözüken Kazım’ı da olumsuz etkileyerek, Kazım’ı sahanın kötülerinden yaptı, özellikle topu ayağına aldığında sağında Gökhan topsuz koşular yaparak savunmacının bir tanesini kendisine çekerek Kazım’a topu sürebileceği koridorlar açıyor, fakat Bekir bu rolü üstlenemeyince Kazım’a da 73’te kulübenin yolu gözüktü. Anladık ki nasıl Güiza Alex'le başka bir güzelse, Kazım da Gökhan'la öyle. Semih’le birlikte aynı dakikada Dos Santos da Mehmet Topuz’la değişti, halbuki bu değişiklikler en geç 46. dakikada olmalıydı, çünkü ilk yarı boyunca formsuz Carlos, nötr Bekir ve hiç bindiremeyen Dos Santos ve Kazım yüzünden kanatlar hiç işlemiyordu, bu yüzden oyunu rakip kaleye yıkabilmek için Alex’i çok az arkaya çekip Semih’i Guiza’nın yanına sürmek ve Mehmet Topuz’u da Emre’nin yanında orta sahada dinanizmi ve enerjiyi arttırmak için oyuna sürmek en doğru hamlelerdi fakat Herr Daum uzun süre bu değişiklikleri yapmayarak maçı riske attı (ki Herr Daum'un ikinci hatasıdır) ve şansının yardımıyla kötü oynadığı maçta Okçu’nun ve Nöbetçi golcü Semih’in Avrupa Şampiyonası’ndaki Hırvatistan maçındaki rolüne soyunmasıyla 3 puanı alabildi.

Maçta ikinci oyuncu ayrı paragraf açmak gerekiyor: Emre ve Alex. Emre gerçekten iyi oynadığı, çok koştuğu maçta hakemin yanında artık klasikleşen gereksiz hareketlerinden birini yaptı (Cristian’ın savunma göbeğinin içine çok fazla girmesiyle, yaklaşık 60 metrelik bir alanda 3 Manisalı’yla tek başına savaşmak zorunda kalıp sinirleri gerildi, bu da genetik kontrol kaybına etken dışsal bir faktördü, ehh bi de oruç başına vurdu) ve sarı kartı yedi, yetmiyormuş gibi hakemin yanında Nizamettin’e küfrederek kırmızı kartı yedi, bu da yetmiyormuş gibi hakemi iterek de cezasını arttırdı. Yaptığı gerçekten kabul edilebilir değil, Fenerbahçe seyircisi kendisini bütün iticiliğine rağmen yeni yeni sevmeye başlamışken, bu şekilde yaptığı hareketlerle hem Fenerbahçeli taraftarların gözünden düşüyor, hem de ligin en itici, en sevilmeyen oyuncusu apoletine emin adımlarla ilerliyor. Tahminimce kendisine 4 maçlık ceza verilecek, Tahkim Kurulu’da 3 maça indirecek, Emre de locada kankası Acun Ilıcalı’yla maçları izleyecek. Ayrıca yönetime tavsiyemdir, kendisi acilen 'Sinir Kontrol Yönetimi' terapilerine gönderilmelidir.

Klasik bir Alex oyunu daha... Yine oyunda hiç yoktu, çabuk atlattığı sakatlıktan sonra zaten kendisinden inanılmaz bir oyun beklemek doğru olmazdı ama, Alex hiç ortalarda gözükmemesine rağmen Guiza’ya yürüyerek attığı muhteşem pasla, kalaciye nişanlıdığı rövaşatayla ve 90+4’te Semih’in attığı gol öncesi yaptığı yarı asistiyle maçın sonucuna damgasını vurdu.

Manisa ise Kadıöy’de Fenerbahçe’ye karşı yürekli ve akıllı bir oyun ortaya koydu. Genç kadro hem çok koşarken, hem de akıllı oynarak Fenerbahçe’ye alan bırakmayınca, hem Fenerbahçe gol pozisyonlarına giremedi, hem de Manisa birçok gol pozisyonuna girdi, fakat son hareketlerde Simpson, Bart Simpson’lık yaparak takımı olası bir galibiyetten etti. Maçın 59. dakikasında net penaltıları verilmedi (ki penaltı verilse Bekir 2. sarı kartla kırmızıyı da görecekti), maçın sonucunu tamamen etkileyebeilecek bir pozisyondu, ama 10 kişi kalmış Fenerbahçe’ye karşı 86’da beraberlik golünü bulup gardını düşürdükten sonra son yumruğu vurup rakibini nakavt edememelerini ise tamamen tecrübesizliklerine veriyorum.

NOT: Fenerbahçeli oyuncuların maç öncesi giydikleri kırmızı ay yıldızlı t-shirtler gerçekten çok güzeldi, çok hoş bir şekilde 30 Ağustos Zafer Bayramı'nı kutladılar, biz de burdan tüm blogumuzun ve herkesin 30 Ağustos Zafer Bayramı'nı kutluyoruz.

27 Ağustos 2009 Perşembe

Running Scared

" Arıyorum, arıyorum ama iyi bir aksiyon bulamıyorum " ," Büyük aktör, iyi cast ama boktan senaryo triosundan çok sıkıldım be hafız" diyenlere..Wayne Kramer yazıp, yönetmiş.. Şifa niyetine.

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Arsenal Win The World Cup

Tarih 12 temmuz 1998...

Fransa evinde düzenlenen dünya kupasının final maçında Brezilya'yı ağırlıyor.Malum Ronaldo'nun sakat sakat Nike'ın zoruyla oynatıldığı idaaları olan maç. 27 ve 45. dakikalarda Adidas'ın adamı çıkıp Taffarel'i mağlup ediyor.. İkinci yarı da aynı rolantide geçerken 90+3' te Patrick Viera'nın pasını Arsenal'den takım arkadaşı Emmanuel Petit gole çeviriyor.. Maç bitiyor, Fransa Şampiyon.

Ve tarih 13 Temmuz 1998..

Drama in the Mannschaft

Haberi duyunca aklıma ister istemez Oktay Derelioğlu - Serdar Topraktepe arasında çıkan kavgalar ve ikisinin de Beşiktaş'tan kibarca kovulmasıyla sona eren süreç geldi. Bu sefer olay Almanya Milli Takımı'nın içinde geçiyor. Tabii haber doğruysa. Ortadaki iddia ne kadar büyük de olsa haberi yapan gazetinin adı bulvar gazete kavramının en sağlam temsilcilerinden Bild olunca doğruluğu kafalarda soru işareti bırakıyor haliyle.

Kızımızın adı Julia Goedecke, şu an 7 aylık hamile.. Basın babanın 11 ay önce ayrıldığı eski sevgilisi Hamburglu Marcell Jansen olduğu düşünülürken Bild'in haberine göre baba Madrid'in sakallısı Christoph Metzelder çıktı..

Haberin ne kadar doğru olduğu elbet yakında ortaya çıkar. Tabii gerçekse ortalık biraz karışır. Telegol Özel beklemesem de bi basın toplantısı yapılır en azından.

25 Ağustos 2009 Salı

Arsenalizasyon..

Malum, tribun kültürü ile büyümüş insanlar için kendi stadyumları, maç izlenen bi yer olmaktan çok kutsal Ma'bed olarak görülür. Stadyumları Ma'bed yapan ise ordaki insanların ortak oldukları sevinç ve hayal kırıklığı, sinir halleri ve aklıma gelmeyen nice durum.. O atmosferde çok rahat paylaşılabilen ama işte o rahatlıkta en azından benim anlatamadığım tek bir ruh olma hali ..

Highbury'yi bırakıp Emirates'e gelen Gunnerslılar da hala adapte olamamış yeni stada. Yetkililer "Onun arabası var" şarkısı eşliğinde toplantı yapıp, Arsenal taraftarını yeni lojmana taşınan memur çocuğu travmasından kurtarmak için bi takım kararlar almışlar..

Bu kapsamda da geçen Cumartesi Emirates'te 4-1 'lik galibiyetle biten Portsmouth maçını izleyenlerin dikkatini çeken kırmızı - beyaz atkılarla birlikte ' The Arsenalisation project ''in startı verildi. Ama bu ve benzeri stat aktiviteleri olayın sadece bir boyutu. Diğer taraftan proje kapsamında Stada gelen taraftarı kulüp tarihine geçmiş, aralarında Tony Adams, Patrick Vieira, Cliff Bastin vs gibi topçuların olduğu 32 tane efsanevi figür karşılayacak ve bunun dışında stadın duvarlarına rakam ve çizimlerle ilişkili ' Greatest Moments ' çalışması yapılacak.

12 an'dan oluşacak bu çalışmadan 7'si Arsene Wenger ile ilgili desem kimse şaşırmaz heralde..

25 – The Herbert Chapman era
71 – The 'Double'
89 – Winning the title at Anfield
94 – Winning the Cup Winners' Cup
95 – Dennis Bergkamp signing for Arsenal
96 – Arsène Wenger appointed manager
97 – Ian Wright breaks Cliff Bastin's goalscoring record
98 – First 'Double' under Arsène Wenger
02 – Another 'Double'
04 – Arsenal winning the league and remaining unbeaten
05 – Thierry Henry breaking the Club's goalscoring record
49 – Unbeaten run by the 'Invincibles'

Bu arada bu haberin dikkatimi çekmesinin esas nedeni, seneye (inşallah) Aslantepe'ye taşınacak olması tabii.. Çok daha duygusal bir halk olmamıza, Ali Sami Yen'i çok özleyeceğimize ve Mecidiyeköy'den ayrılma burukluğunun her zaman hissedeliceğini bilsem de bu tip travmatik durumların yaşanacağına ihtimal vermiyorum pek... Gerçi ben memur çocuğuyum abicim, siz bana bakmayın..

Simply The Best

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Diyarbakır:1 - Fenerbahçe:3


Malesef daha 3. haftadan Türk futbolu için utanç gecesi... Olaylar kesinlikle futbolun önüne geçti. Bu kara gecede ne ararsanız vardı, maçın başlamasından 40 dakika önce bir Diyarbakırlı görevlinin Fenerbahçeli oyuncuya saldırmak istemesi mi, sahaya atılanlar mı, Diyarbakır'ın 2. golünü kendini kalenin içine uçarak atan arkadaş mı, rezilden kötü bir hakem yönetimi mi, ne ararsanız vardı. Diyarbakır seyircisinin futbol dışı desteğiyle Diyarbakırlı futbolcular maça inanılmaz agresif başladı, maçın ilk 15 dakikası sadece faullerle geçti (3 sarı kart, 2'si Fener'e). Topun her dışarı çıktığı veya herhangi bir Fenerbahçeli futbolcunun taç çizgisine yaklaştığı her anda sahaya pet şişe, çakmak, taş, maytap, domates ve hatta buz parçaları atıldı. Yani kısacası Diyarbakırlı seyirciler maçın önüne geçti ve maçın oynanmaması için herşeyi yaptılar, sonuçta da ne Fenerbahçeli ne Diyarbakırlı futbolcular sahaya futbol adına herhangi bir şey koyabildiler (hayır Diyarbakırlı seyircilerin sanki sahada iki düşman varmış gibi hareketlerini yadırgadım, zamanında Türkiye-Yunanistan maçı bile bundan çok daha sakin bir ortamda oynanmıştı).



Halbuki maç Diyarbakır için iyi başlamıştı, bu gergin ortamda Tazemeta şansının da yardımıyla 2. maçında 3. golünü atarak takımını öne geçirmişti. Fenerbahçeli futbolcular sanırım psikolojik olarak maça iyi hazırlanmadıkları için bu seyirci baskısını ve erken golü kaldıramayıp, pozisyon üstüne pozisyon verdiler (Daum oyuncularını böyle gergin bir ortam için hazırlamamış). Sonrasında Mendoza'nın direkten şutunu, Tazemeta serin kanlı hareketle tamamladı, fakat Gökhan Gönül topu çizgiden çıkardı (ki maçın dönüm noktalarından biriydi, yoksa 2-0 olsa Fenerbahçe maçı çeviremeyebilirdi). Daha sonra Barcelonavari bir pas trafiği sonucu Fenerbahçe Gökhan Gönül'le golü bulup soyunma odasına beraberlikle gidebildi (ki bu skorla, ikinci yarı fizik güçleri tükenecek Diyarbakırlı oyunculara karşı Fenerbahçe'nin ağırlığını koyup maçı çevirebileceği çok açıktı).


2.yarı beklenen oldu ve Fenerbahçe rahat oynadığı 2. yarıda biri tartışmalı penaltıdan da olsa (bence penaltı değildi) 2 gol buldu, 2 direkten şutu döndü, 3 tanede net gol pozisyonundan yararlanamadı. Diyarbakır ise fiziki açıdan eksikliğini çok hissettiği ikinci yarıda pek bir varlık gösteremedi. 100 metreden fazla koşup, uçarak gol olan seyirciyi ise hakem futbol kuralları çerçevesinde olmadığı için saymadı ve Diyarbakır'ın ikinci yarıda attığı tek golde bu yüzden geçerli sayılmadı. Sonuçta sinir harbini 3-1 kazanıp, Galatasaray'dan sonra Fenerbahçe'de 3'te 3 yaparak İstanbul'a mutlu döndü.

Benim için söylemesi zor ama maçın yıldızı tartışmasız Colin Kazım'dı (her nedense bu adama kanım hala ısınmadı). İlk yarı her ne kadar Gökhan Gönül ön plana çıktıysa da, ikinci yarıdaki Kazım'ın oyunu domine eden, kendi ortalamasının üstündeki futbolu onu sahanın en iyisi yaptı. Maçın diğer iyileri ise Gökhan Gönül, Semih, Dos Santos ve Emre'ydi. Guiza ise istikrarlı düşüşüne devam etti ve yine maçın en kötülerindendi. Cristian ise gün geçtikçe Maldonado'laşıyor, umarım çabuk toparlar.



Son sözü ise savunmanın göbeğine ve Herr Daum'a ayırmak istiyorum. Öncelikle Fenerbahçe'de savunmanın göbeği gerçekten çok kötü maç çıkardı, daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi aynı özellikteki Bilica ve Lugano'nun savunma göbeğinde oynamaları ilerde Fenerbahçe'nin başını çok ağrıtacak gibi. Özellikle geçen sezonun MVP'si Bilica'ya sözü getirirsek: hani yabancı birini stada getirsen ve bu adam geçen sezonun MVP'si deyip maçı izletsen, adam neresiyle güler bilemiyorum, ben hariç herkesten en az 3 kere olmak üzere toplamda 30'a yakın çalım yedi, sayısız pas hatası yaptı ve kendinden çok şey bekleyen bizleri ise hayal kırıklığına uğratmaya devam etti. Daum'a gelirsek, haftaiçi taraftarın en iyi transfer olarak seçtiği Daum ise yaptığı ayrımcılıkla yerli futbolcuları küstürmeye devam ediyor, Cristian ve Andre Santos'un gelişiyle Uğur ve Selçuk'a (ki biraz ağır olacak ama Selçuk'u günahım kadar sevmem, kendisinin statta ve televizyon başında en çok kulağını çınlatan insanlardan biriyimdir, kesinlikle Fenerbahçe'nin futbolcusu olamaz) yapılan, şimdi de Lugano'nun gelişiyle Önder'e yapılıyor. Bu adamlara resmen siz topçu falan değilsiniz, bakın işte topçu adam böyle olur, oturunda izleyin diyerek bu oyunculara karşı gerçekten çok ayıp ediyor. Özellikle Vefa'nın İstanbul'da bir semt olduğunu bize tekrar gösteren Lugano'nun (ki kendisini çok severim ve maçtada Bilica'dan 10 kat iyi oynamıştır) hiçbir şey olmamış gibi, bulunmaz Hint kumaşı misali ilk onbire konulmasını ben bile hazmedemezken, Önder nasıl hazmeder hiç bilmiyorum. Bu gidişle bu oyuncular ancak Türkiye Kupası'nın grup maçlarında ilk on bir görürler, yoksa sakatlık olmazsa sezonu geçirecekleri yer çoktan belli oldu bile...


NOT: Küçük bir dip notta Diyarbakır seyircisine, yapılan herşeyi geçtim, olabilir, her statta olabiliyor, ama dünyanın gelmiş geçmiş en büyük, efsane sol beki Roberto Carlos'u, ömrü hayatlarında belkide bir kere görebilecekleri Carlos'u devre boyunca ıslıklamamalarını isterdim. Ama yine de kendileri bilir, o zaman söylenebilecek tek bir şey var, durmak yok, Carlos'u ıslığa, Adnan'ı alkışa devam!

GS TV - 90+

İlk defa bugün mü başladı bilmiyorum. Zira etrafımdaki bazı Galatasaraylı arkadaşlarım gibi 24 saat GS TV'yi takip etmiyorum. Ama takip eden zümreden aldığım bilgi doğrultusunda bu uygulama/ program ilk bugünkü maça denk geldi. Gerçi ben gece tekrarına denk geldim..

Programa "90+ " gibi oldukça geleksel bir isimle başlasa da içerik olarak maç sonları diğer tüm Tv'lerden daha zengin. Aslında bunun çok doğal olması gerek ama ülkemizde ilk defa gördüğümden ben şaşırdım açıkcası. Özellikle iç saha maçlarında imkanı olanların direk maç sonu geçmesi, en azından bi şans vermesi lazım. Bugün stadın içine kurulmuş stüdyo sayesinde duşunu alan Mustafa Sarp ve Aydın Yılmaz geldi, programın yorumcusu Bülent Ünder'in yanına oturdu. Bülent Hoca camianın saygın isimlerinden olduğundan da gayet yerinde tespit ve eleştirilerini yaptı. Futbolcular dinledi. Bu arada maçın istatistikleri ekranın altından ve sol bölümünde verildiğini, değerlendirmelerin sallama ağırlıklı olmadığını da belirteyim.

Tek eleştirim, yine GS TV bölümünde futbolcular ve teknik ekiple röportaj yapan genç arkadaşın biraz daha düzgün sorularla gelip, basın klişeleri ile özellikle Rijkaard'ın kafasına arabada 5 evde 15 tarifesi uygulamaması gerekir. Bunun dışında Rijkaard'ın tercümanı duyduğum kadarıyla  taraftar geçmişi olan, bi kaç dili konuşabilen ve yaptığı işten mutlu olan iyi niyetli bi insan ama İngilizcesi süphe uyandırmaya devam ediyor. Programda yine soruları eksik çevirmesi ve Rijkaard'ın " topu kaybedince konsantre olmalıyız" cümlesini " topu kazanınca iyi konsantre olmalıyız" yapması canlı yayın, yorgunluk gibi etkenlerden olabilir pek tabii ama ilk vukuatı olmadığı için biraz sıkıntı düşürdü içime..

23 Ağustos 2009 Pazar

Galatasaray 4 - 1 Kayserispor : Maç Değerlendirmesi

Kayserispor'un ligin yaklaşık 4 yıldır istikrarla en iyi savunma yapan 3 takımından biri olması, diğer tarafta 90 dakika kesin bir dominsayonun sağlandığı maçlarda bile hücum organizasyonlarında da takımın istenilen etkinlikte olmayışından ötürü biraz endişeliydim açıkcası. 

Tolunay Kafkas, takımının forvetleri ile Galatasaray tandemini baskıda tutma stratejisi, Servet ve Gökhan'ın kendilerine gelen topları neredeyse hiç tutmamaları ve Ayhan, Mustafa Sarp ve Sabri'nin başarılı performansları ile başarasız oldu.Oysa bir sene önce bu baskı planı çok puan kaybına neden olmuştu. Hücumun önemli parçalarından biri olması gereken Ayhan biraz bu baskından biraz da yorgunluktan ötürü ileriye gerekli desteği veremedi. 

Duran toplarda bu sene fark olduğu belliydi. Topu kullanan oyuncuların el hareketlerinden yanılmıyorsam 4 farklı duran top seti olduğunu biliyorduk ama bugün Arda'nın öndireğe Aydın'a atmasıyla başlayan duran topta kameranın geniş açısıyla bu setlerin sadece ceza sahası içi konumlansından çok daha ciddi bi şekilde çalışıldığına şahit oldum. Sabri ilk yarı çok iyi oynadı. Aydın topu alışında getirişinde takımın hücüm hattında sırıtmıyor fakat bitirişlerde hala bi şeyler oturmamış. Hata yaptıkça, daha fazla hata yapmaya devam ediyor. Yine de çok acımasız olmamak lazım. İlerde aşacaktır bu problemlerini.. Bunun dışında defans anlamında bir takım tedirginlik verici sinyaller gözüme çarptı. Hızlı hücümlarda kaptırılan toplarda ciddi anlamda tehlike yaşanmasa da, Kayserispor'un ceza sahası önüne kadar rahat gelebilmesi Zan- Servet ikilisinin oyun yapılarının benzeşmesinden kaynaklanıyor gibi geldi.  

Geçen sene tek farklı galibiyet anlarında hissettiğimiz o tedirginlikten eser olmaması sanırım sadece bana özgü değil. Elano'nun sol ayakla yolladığı füzesinden sonra bizim ayağa kalkmamız ile o dakikaya kadar hararet yapmış Tolunay Kafkas'ın klübeye gidip oturması maçın en güzel anıydı şüphesiz. Gol onu da serinletti.. 

Ekran Klasiği

Şansal abi ve kartondan stüdyoları sağolsun, bizde maç arkası yayıncılığı Serdar, Hande, Kenan ve Demet + 1 Jokerden oluşan fantastik 4(+1)'lünün klipleri eşiliğindeki goller ve maç öncesi tünel muhabbetlerinden öteye gidemedi yıllardır.Diğer tarafta İngiltere'de 95 yılından beri cumartesi sabahları Skysports kanalında yayınlanan Soccer AM adlı spor programı klasiği 500. bölümünü tamamladı. Baktığımızda ikisi de Ekranların Futbol Klasiği tabii, ne güzel..

Programdaki favori bölümüm " 3rd Eye ", bu hafta Tottenham maçında duran topta robot dans yapan Gerrard'ı fena yakalamış... Çok daha iyileri için de Youtube'a bir bakın derim. Şansal abi de pierosunu bırakıp, baksın bi zahmet.

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Gençlerbirliği:0 - Beşiktaş:0


Klasik bir adı 'Süper', ama futbolu süper olmayan bir lig maçı daha... Özellikle önce ilk yarısını izlediğim Arsenal-Portsmouth ve ikinci yarısını izlediğim Wigan Athletic-Manchester United maçlarındaki futbol kalitesinden sonra doğrusu Gençlerbirliği-Beşiktaş maçını izlemek tam bir kabustu. 90dakikada tek bir poziyon bile yok! Özellikle maçın temposuzluğu, iki takımın 3pas bile yapamaması, en ufak bir 2'li 3'lü organizasyon bile izletememesi maçın kalitesini ilk yarıda çok düşürdü. Beşiktaş 4-3-3 düzeniyle sahaya çıkmıştı, ileri üçlü bu haftada değişerek solda Tello, ortada Nihat ve sağda Holosko'dan kurulmuştu (artık Denizli'nin sistemini ve oyuncularını oturtması gerekiyor, takımı yap-boz tahtasına çevirdi). Anlam veremediğim bir şekilde defansif oyunda ilerideki bu düzen bozulmazken, Beşiktaş atağa kalktığında Tello orta sahanın içine, orta sahada göbekte oynayan Uğur ise forvetin arasına Nihat'ın yanına girerek zamanında Mustafa Denizli'nin Ali Güneş'ten yarattığı joker olmaya çalışıyordu. Ama Uğur bu oyunuyla ilk yarıda sahanın en kötüsü oluyordu. Birde forvette top tutan Nobre'nin de Denizli'nin yanından maçı izlemesi, Beşiktaş'ın ilk yarı boyunca sadece iki silik tehlikemsi atağıyla sonuçlandı. İlk yarıda göze en çok batan, en pozitif oyun oynayan ise Gençlerbirliği'nden Tozo'ydu.


İkinci yarıya Denizli iki değişiklikle başladı, soyunma odasında Fink ve Erhan'ı bırakırken, sahaya Nobre ve Rıdvan'ı sürdü. Bu değişikliklerle Denizli orta sahadaki üç defansif özellikli oyuncuyu ikiye indirdi (Fink-Nobre değişikliği), Nobre'yi forvetin ortasına çekerken, Nihat'ı biraz arkaya aldı, ama Nihat yapısı itibariyle hep forvet oynamaya yatıkın olduğu için devreyi 4-2-4 gibi oynadı Beşiktaş. Tabi 4kişilik Gençlerbirliği orta sahasına karşı sadece Ernst ve Uğur'a bırakmak çok büyük bir riskti, ama yine her zamanki gibi Denizli şansıyla maçı gol yemeden ve hiç gol pozisyonuna girmeden maçı bitirdiler. Bunda en büyük etkenler Beşiktaş'ın sağ kanadına iki stajer oyuncu alınması (resmen Ekrem'i arar oldular) ve sağ kanadın hiç ama hiç işlememesi, maçı anlatan spikerin 60'ta 'Uğur'la çıkıyor Beşiktaş' demesine rağmen Besiktaş'ın Uğur'la hiç çıkamaması ve hiçbir organizyon yapmadan sadece forvette sayıyı arttırarak gol aramasıydı (halbuki kanatlar ve orta saha forveti destekleyemeyince forvet bolluğu sadece gözlerimizi yordu).


Beşiktaş'ın sağ kanadına alınan oyuncular henüz yolun çok başındalar, gözüken o ki onlar pişinceye kadar daha baya bir zaman geçecek (şanslarına bu maçta Orhan-Burhan ikilisi ters kanattaydı, yoksa unutamayacakları bir tecrübe edinebilirlerdi). Bu yüzden buraya mutlaka daha tecrübeli bir oyuncu transferi yapılmalıydı, yönetim burda transferde hata yaptı. Ayrıca sıkışan oyunda 60'tan sonra Denizli bir değişiklik yapıp maçın gidişatını çevireyim dese kulübede İsmail, Erkan, Necip ve Serdar vardı, yani maçı çevirebilecek hiçbir oyuncu yoktu. Yönetim bunada dikkat edip, kulübeyi en az 1-2takviye daha yapmalıydı. Bunun dışında tüm Beşiktaş'lılar Nihat gol atmadan rahatlayamacak gibi, adam gol atmak için yırtınıyor, gerekli gereksiz her yerden şut atıyor, kendini resmen birilerine kanıtlamaya çalışıyor. Ama benim anlamadığım kendini kime kanıtlamaya çalışıyor, Ömer Üründül'e mi? Adamın İspanya'da yaptıkları yapacaklarının referansı ama, Nihat nedense kendini ispatlamaya çalışırken, sanki kendi kendinini baskı altına alıp gerçek oyununu da sergileyemiyor, gole çevirmesi gereken çok kolay pozisyonları amatörce harcayıp duruyor.



Maçta en çok akılda kalanlar ise Beşiktaş seyircisinin her iki yarısında da takımı ateşlemek için yaptığı 'kartal gol gol gol' tezahüratı ve kaleci Serdar'ın sürekli 'çıkkk!!!çıkkk!!!' diye bağırmasıydı. Ayrıca yayıncı kuruluştan 3 dakikalık özet görüntü için bilmem kaç bin dolar veren kanallara üzüldüm, para verip almaya değecek en ufak bir pozisyon yoktu.



NOT: Genç hoca Denizli'nin son maçtaki Tommy ayakkabılarından sonra, bu maçtada Converse tarzı Nike'ları gözümüzden kaçmadı, biraz daha Beşiktaş'a zaman ayırsa daha iyi olacak gibi. Halk takımı Beşiktaş taraftarı, pek sevmez böyle şekilcileri, benden uyarması.

365 Günde Bir İtinayla Rekor Kırılır: Lightning Usain


Farzedelim ki Hıncal Uluç fan'ımız ve hergün düzenli olarak blogumuzu takip ediyor. Ayrıca NTV'deki '90 Dakika' programı yayından kalkmamış. Fuat Akdağ, Hıncal Uluç'a haftanın olayını sorsaydı, Hıncal Uluç önce susar (fırtına öncesi sessizlik gibi), sonra o kendine özgü kahkahasını atar, ve sonrada Usain Bolt'un dünya atletizm şampiyonasında 100 metreden sonra 200 metrede de rekor kırmasına rağmen bizim blogumuzda yer alamamasını yerden yere vurur, ve bizi sporu sadece futbol ve basketten oluşuyormuş gibi farz ettiğimiz için en az 15 dakika eleştirirdi. Haksız da sayılmazdı gerçi (hele birde FC Sion-Fenerbahçe maçını İsviçre kanalından izlerken, kanalın maçın yayınını kesip 10 dakika Usain'in koşusunu yayına getirmesi Hıncal'ın dediklerini bize ve ulusal medyaya kapak yapacak cinstendi, gerçi eminim birçok Fenerbahçe taraftarı İsviçre kanalı sayesinde 200 metre finalini izledi) ama neyse ki Hıncal'ın gazabından kurtulduk (tabi Sabah'taki köşesinde yazmazsa).


İngilizlerin tabiriyle 'Şimşek' Usain'e en çok sevdiği günleri sorsanız şüphesiz 16 Ağustos ve 20 Ağustos derdi. Kaderin bir cilvesi midir, tesadüf müdür bilinmez ama 16 Ağustos 2008'de Pekin'de 9.69 s koşarak kırdığı 100 metre dünya rekorunu, bu sefer tam bir yıl sonra 16 Ağustos 2009'da bu seferde Berlin'de 9.58 s koşarak kırdı. Dünya spor medyasında, her yerde yaptığı bu insanüstü derece konuşulurken Usain bizlere konuşacak yeni bir malzeme daha verdi. 20 Ağustos 2008'de Pekin'de 19.30 s koşarak kırdığı 200 metre dünya rekorunu, bu sefer yine tam bir yıl sonra!!, 20 Ağustos 2009'da Berlin'de 19.19 s koşarak kırdı. Adamın özelliği bu sanırım, kırdığı bir rekoru ancak tam 365 gün sonra tekrar kırıyor. O zaman bizlere de 16 ve 20 Ağustos 2010'a kadar yeni bir rekor için boşuna heyecan yapmamaktan başka bir şey kalmıyor.



Birçok insanın 100 metre ve 200 metrede yeni rekor kırmanın imkansız olduğunu düşünmesine rağmen, hatta eski Atina Olimpiyatları (1999) 100 metre rekortmeni Amerika'lı Maurice Green'in rekorun 9.60'ın altına düşmesinin imkansız olduğunu söylemesine rağmen, Usain Berlin'de kendisine ait bu rekorların ikisinide tekrar kırarak önce Maurice Green'e lafını yedirdi, bize de söyleyecek pek bir şey bırakmadı. Kendisine büyüksün üstat ve 359 gün sonraki yeni rekorunu heyecanla bekliyoruz demekten başka bir şey bırakmadı.

NOT: Aşağıdaki linkte de Usain'i ne kadar tanıyorsunuz adlı teste katılabilirsiniz, bizzat deneyip 5'te 4 yaptık, iyiymişiz bu konuda.

Küçük Bir Tebessüm

Son zamanlarda çok hoşuma giden, her gördüğümde yüzümde küçük bir tebessüm yaratan Londra Gatwick Havaalanı reklam afişleri. Kimbilir uçakları teneke yığını olarak değil de, sevimli göstererek uçaktan korkanları bir nebze de olsa rahatlabilir...




21 Ağustos 2009 Cuma

Abi ?


Dünya çok bozuldu, sevgili blog... saygılar

FC Sion:0 - Fenerbahçe:2


Sezon başından bu yana izlediğim en sıkıcı resmi maç olmasına rağmen, dün gece beni tek mutlu eden şey artık favori çıktığımız Avrupa maçlarında almamız gereken sonuçları almamız oldu. Oyun olarak iki takımda ilk 15dakikayı birbirini tartarak geçirdi, rolantideki oyunda ilk etkili şutumuzu 24.dakikada Roberto Carlos çekti, 3 dakika sonrada Deniz'in arka adale çekti (Deniz'de gerçekten bir talihsizliktir gidiyor, tamam kapasitesi sınırlıda olsa, elinden geldiğince birşeyler yapmaya calışıyor, ama ne zaman formasına kavuşsa başına böyle bir sakatlık geliyor ve önce tedavi, sonrasında da yedek kulübesinin yolu gozüküyor). 35.dakikada ise Guiza en iyi yaptığı iş olan aşırtma vuruşunu yaptı, fakat son anda kalecinin parmaklarına çarpan top kale önünde savunma tarafından çıkarıldı. İlk yarının sonunda gelen gol ise organizasyon bakımından tek kelimeyle muhteşemdi. Kazım'ın beklemeden yaptığı ortayı, Guiza Alexvari bir şekilde göğsüyle Dos Santos'a indirdi, o da tek vuruşla kalecinin sağından topu ağlara gönderdi (maçta Guiza'nin yaptığı en olumlu hareketti, belirtmeden geçmeyelim dedim). Bu arada Fenerbahçe'nin hücum gücünü olumsuz etkileyen unsurlar olarak Christian'in çok fazla defans içine gömülüp, orta saha çizgisinin ilerisini mayınlı bölge olarak görmesi, iki bekin çok fazla ileri çıkmaması ve Deivid'in yaptığı her harekette Alex'i aratması olarak sayabiliriz (ki Deivid tartışmasız maçın en kötüsüydü).


İkinci yarı ise Sion biraz bastırır gibi gözüküp, 1-2 pozisyona girsede (ki bundaki en önemli etken defanstaki yeni transfer! Lugano'nun maç eksiğine ve 2aydır gitmek isteyip son anda zoraki sözleşme imzalamasına rağmen, hiç birşey olmamış gibi ilk onbirde oynatılmasıydı), Fenerbahçe 5-6net pozisyonu harcayarak ikinci yarı büyük farkı kaçırmıştır. Oyuna giren Semih'in iyi performansı kuşkusuz Fenerbahçelileri en çok sevindiren olay olmuştur. Bu arada sanırım Aziz Başkan'ın yaptırdığı büyü bozuldu ve tüm camianın geçen sene kabusu olan Guiza eski günlere dönüp saç baş yoldurmaya başladı bile. Kaçırdığı gollerden, özellikle boş kale varken direğe çarptırma başarısı gösterdiği pozisyon (ki bence Nike bir reklam da kendisiyle çekmeli, direğe top vurdurmada en az Ronaldinho kadar başarılı olduğunu ispatladı) sonrası stadta gurbetçilerimizden, ekran başında bizlerden yemediği özlü söz kalmadı. Tavsiyem şudur ki taraftarlar olarak birleşip kendisine 2haftalık bir Mallorca tatili hediye etmemiz, son tatil yaramıştı...




Son paragrafıda Dos Santos'a ayırıyorum: ben bu adamı gerçekten çözemedim, sanırım 6 yıldır bütün rekor istatistiklerine rağmen hep tartışılan Alex'ten sonra Fenerbahçe'ye 2. bir Alex daha geldi.




Oyun içinde defansif anlamda hiç gözükmeyip, hiçbir defansif organizasyonda elini taşın altına koymazken (tabi arkasındaki emektar Roberto Carlos'a pek fazla yardım etmediğinden zorlu maçlarda sol kanatta problemler oluşabileceği kanaatindeyim), topu kaleye yakın, tehlikeli bölgede ayağına aldığında çok rahat gol atabilmesi kendisinin tipik Alex karakteristik özelliklerine ve stiline sahip olduğunu gösteriyor. Sanırım Alex'ten sonra oyun içinde hiç gözükmemesiyle medyamızda en çok tartışılacak oyuncu olacak, bir kısım onu yere göğe sığdıramayacakken, diğer kesim yerden yere vuracak. İzleyip göreceğiz...



Galatasaray 5-0 Levadia Tallinn: Maç Değerlendirmesi

Önce şunun altını bi kez çizeyim. Eğer seneye D-Smart Türkcell süper lig, uefa ve şampiyonlar ligine dair tüm yayın paketlerini 10 yıllığına alsa dahi, o rezilliğin kullanıcısı olmayacağım abicim. Geçen sene kendime söz vermiştim, arkasındayım. Televizyondan maç seyretmeyi sevmek isteyen biri olarak batmalarını diliyorum en yakın zamanda.. O kadar tiksindirdiler ki, gelen gideni aratır lafından dolayı Lig TV'nin karton stüdyoları, Hande Yener'li maç klipleri, hatta Bahri Havadır ile Ömer Güvenç bile sempatik gelmeye başladı 2 yıldır..

Maça gelirsek ilk olarak olumlu yönlerden bahsedelim.. Galatasaray'ın bu sene Ali Sami Yen maçları çok çok uzun zamandır görmediğim bi şekilde festival havasında geçiyor. Yani sahada ortaya konmaya çalışılan futbol bi kenarda dursun, kulübede takımı izleyen o iki çift göz, sahada karakteristik bi takım dokusunu bize hissettiren yerli yabancı futbolcular ve tribunde sanki sadece şarkı söylemeye gelmiş bi taraftar ...Çok pozitif bir enerji veriyor bu bahsettiğim 3 unsur dışarı. Bugün bu 3 unsura maçı el cezireden izleyenler için Arap spiker de katılmıştır diye tahmin ediyorum. 

 Futbol kısmı için diyebileceğim şeyler aslında aynı. Skor 5-0, bunun dışında belki atılabilecek 2-3 pozisyon daha var. Normalde gayet tatmin edici bi sayı gibi görünebilir. Ama % 78'lik topa sahip olma gibi bir dominasyonun olduğu, Servet'in koca maçta toplasan 30 saniye gözüktüğü ve resmen tek kale oynanan bir maç için yeterliliği geçtim, düşük bile kabul edilebilecek bir verim söz konusu. 

Sabah bir çok gazetenin Keita'yı maçın yıldızı olarak göstereceğinden şüphem yok. Oysa ki bugünkü maçta Denizli karşısında, özellikle 2. yarı, oynadığı topu göz önüne alırsak iyi değildi. Bunun sebebinin de bir süredir Sabri olduğunu iddaa ediyorum zaten. Keita özellikle kapanan takımlara karşı topu verip  "al ,takıl abi" denilebilecek yapıda bir oyuncu değil. Aksine yönetilmesi gereken, boş alan yaratılması ve bunun için de özel hücum setlerine ihtiyaç duyan bir futbolcu. Bunun içinde orta sahadan ve arkasındaki ortağından iyi destek alması gerek. 

Yine daha önce yeni görevinden ötürü kopukluğunu gözlemlediğim Arda, bugün rakibin 11 kişiyle gömülüp, oyun alanını daraltmasından ötürü orta ikiliden önceki maçlar kadar kopuk görünmedi. Bol bol aldı verdi. Arkadan gelenlere alan boşalttı. Kesinlikle iyiydi. Onun dışında maçın en iyisi benim gözümde Mustafa Sarp'tır. Mehmet Topal'ın yedeği olarak kadroya eklense de, bir süredir Topal'ın rakibidir. 

Son olarak, bu bizim Dady Cool çok başka bir adam. Yıllar sonra hatırlanınca bile suratımda bi gülümseme yaratacağından ve bana "ah ulan ne adamdı" çektireceğini biliyorum.

19 Ağustos 2009 Çarşamba

La Festa Del Gamper

Joan Gamper Trophy

FC Barcelona için her şey İbrahim Akın'ın büyük büyük dedesine benzeyen, ön adı Hans olan bu İsviçreli abi ile başladı.. 66'dan 97 yılına kadar her sezon öncesi Barcelona ve diğer 3 takım ile birlikte 4'lü turnuva düzenlenirken. 97 sonrası tek takım, tek maç şeklinde devam etmekte Joan Gamper Trophy...Bugüne kadar 33 defa turnuvayı kazanmış olan Barça'nın ardından 2 defa ile FC Köln geliyor. Bu akşam da rakip Manchester City.. Premier lig başlamışken nasıl yani diyesi geliyor insanın ama davet Camp Nou'dan gelince icabet etmemek olmaz demiş heralde Şeyh...

Sadede gelelim.. Yarın Barça maça üstte gördüğünüz formalarla sahaya çıkacak. Reklam olarak gördüğünüz "MÉS " logosu da yabancı değil. Mes Que un Club'ın Més'i ; Barcelona , Nike ve UNHCR ( Birleşmiş Milletler Mülteci Ajansı) 'nın ortaklaşa kurduğu, amacı; o kamplarda bi hayat kurmak zorunda kalan ve neredeyse tüm sosyal haklardan mahrum kalarak yaşayan gençlerin eğitimi olan bir organizsayon... Yarınki maç öncesi de Barça'nın kuruluş yılının onuruna 1899 adet özel forma Barça mağazalarında satışa çıkarılacak, 1 hafta sonra da futbolcuların maçta giydiği formalar açık arttırma yoluyla satılıp bu fona aktarılacak.

Bir kulüpten daha fazlası... Boşuna dememişler demek ki. Arsene Wenger gibi burnundan kıl aldırmayan bir adama bile "Sizce futbol bir sanat mı ?" sorusuna " Bana göre Barcelona'yı izlemek sanattır." cevabını verdirebilecek topun en totalini oynayan, her şeyi ile bir bütün olan bu organizasyona FC Barcelona'na demek yerine TFC Barcelona demenin zamanı gelmiştir belki de..